1989'dan bu yana sahnede: Hem Türkiye tiyatrosunun dönüşümüne tanıklık eden hem de bu dönüşümün içinde aktif bir özne olarak yer alan bir isim Levent Üzümcü. Onun için tiyatro, yalnızca bir sanat dalı değil; insanlığın binlerce yıllık hikâyesinin korunduğu bir hafıza alanı. Üzümcü'ye göre çağ değişse, seyircinin beklentisi dönüşse, dijital platformlar hayatı dönüştürse bile sahne sanatlarının kökü kolay kolay sarsılmıyor: Çünkü sahne, insanın bitmeyen dertlerinin, arzularının ve çelişkilerinin en dürüst aynası.

İstanbul Şehir Tiyatroları'ndan İzmir Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği'ne uzanan yolculuğu onu iki farklı kültürel iklimle yüzleştirmiş. Bir yanda dev bir metropolün karmaşası; diğer yanda kucaklayıcı bir sahil kentinin ritmi: Üzümcü, belediye tiyatrolarından kültür politikalarına, genç kalmanın sahnedeki öneminden sinemanın hayatındaki yerine kadar pek çok başlığı samimiyetle anlatıyor.
İşte, hem bir sanatçının kişisel yolculuğuna hem de Türkiye'de tiyatronun bugünkü hâline ışık tutan o söyleşi:
1989'dan bu yana sahnede olan bir sanatçı olarak tiyatronun Türkiye'deki dönüşümünü nasıl gözlemliyorsunuz? Sizce tiyatro, toplumsal hafızayı koruma işlevini bugün hâlâ sürdürebiliyor mu?
Milattan önce yazılmış bir oyun bile toplumsal hafızayı korumaktadır. Yaşamda o oyunu yazdıran neden bireysel bir sıkıntı ya da toplumsal bir sıkıntı olabilir. Fakat bu sıkıntı o güne özel değildir. O gün onu yaşıyor olabiliriz; ancak sıkıntılarımız da evrensel ve zamansızdır. Değişebilir, dönüşebilir ama insanlığa sanatı ulaştıran ateşin hikâyesidir. Aslında doğruluğun ve dürüstlüğün peşinden koşan ya da söylediği şeylerin cazibesine kapılan karakterlerdir. Dünya edebiyatıyla oyunlar arasında benzer noktalar bulabilirsiniz. Dünyanın farklı yerlerinde benzer problemler vardır. Çünkü problemler bitmez. Yazar bunu komediyle, dramla anlatır. Komedi demek trajedi ve zaman demektir; trajediye biraz zaman eklerseniz komediyi oluşturursunuz. Bunun içindir ki bir yazarın yazdığı oyun, toplumlarda her zaman karşılığı bulmayı bekleyen, gizli köşelerde kalmış ve benzeş dertlere sahiptir. Sürekli hayatta patinaj çektiğimiz için, patinaj çeke çeke oyun yapıyoruz.
McCarthy döneminde olduğu gibi, 1600'lü yıllarda Salem kasabasında konu alınan cadı avında olduğu gibi: 2025 yılında da bu oyunu oynuyoruz. Delilsiz, ispatsız insanların içeri atılmasının bedeli: Cadı kazanı:

2020'de yeniden İstanbul Şehir Tiyatroları'na döndünüz; 2024'te ise İzmir Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmenliği görevine geldiniz. İzmirliler sizce sanata gerekli ilgiyi gösteriyor mu? İstanbul ile karşılaştırır mısınız?
İstanbul ve İzmir dinamikleriyle birbirinden çok farklı iki il. İstanbul, Türkiye'nin bir panoraması gibidir. İzmir'de insanlar şehrin baskın kültürünün etkisinde kalırlar ve İzmirli olurlar. Fakat İstanbul'da, dedesi 4 yaşında Erzurum'dan gelmiş birisi hâlâ 'Erzurumluyum' der. İstanbul'daki ana amaç İstanbullu olmamaktır. İstanbul, kullanılıp atılacak bir şehir gibi görülür; şehre saygı duyma ve şehri sevme anlamında çok fazla insan bulamazsınız. İstanbul'a çok fazla insan dışarıdan gelmiştir, gelmektedir.
Ancak İzmir'e gelen kişiye İzmir kucak açar. İstanbul'da kimin kim olduğu belli değildir. İstanbul'da ömrünüz boyunca duymadığınız dernekler görürsünüz. Büyükşehrin içinde birarada durabilmek için bu gerekir: Geldiğin yerliliği korumak. O yüzden iki şehir sanatsal yönden de çok çok farklı.
Bir belediye tiyatrosunun 'kamusal sorumluluk' bilinciyle 'sanatsal özgürlük' dengesini nasıl kurmayı planlıyorsunuz?
Sanatsal özerkliğimiz zaten var. O, bir plana dâhil olan bir şey değil. Tüm Türkiye'de olduğu gibi mali zorluk çekiyoruz. Maddi sıkıntı içindeyiz.
Türkiye'de kültür politikaları neden genellikle 'etkinlik üretimi' düzeyinde kalıyor sizce? Kalıcı kültür altyapıları nasıl inşa edilebilir?
Kalıcı kültür altyapılarını inşa edebilmek için kültürün anlamına, kültürün önemine siyasete alet etmeden bakabilecek insanlara ihtiyaç vardır. Kültür, politikanın malzemesi olamaz. Her ne kadar 'kültür politikası' diye bir şey varsa da, Türkiye'deki siyasi dinamiklerin kültür politikası belirleyebilmesi için bir vizyona sahip olması gerekir.
Türkiye çok uzun zamandan beri aklı, fikri hür topluluklar tarafından yönetilmiyor. Kültüre aklı, fikri hür insanlar sahip çıkar. Bu, elitizm olarak algılanmamalıdır. Türkiye'nin gördüğü en önemli kültürlü insanlardan bir tanesi, okuma yazma bilmeyen kör bir Sivaslı köylüydü. Onun aklı, fikri, vicdanı hürdü.
Tiyatrocunun genci, yaşlısı olur mu?
Tiyatrocunun genci, yaşlısı olur. Tiyatroda enerjiniz azaldıkça bilginiz artar; aynı hayattaki gibidir. Siz yaşlandıkça formunuzu korumazsanız, bilginizle beraber yaşlanırsınız. Bunun için formuna sahip çıkmak çok önemlidir. Oyuncunun düştüğü basitliklere ve kendine çok fazla zarar vermeden devam edebilmesidir önemli olan. Zaman geçtikçe bir şeyler kaparsınız; kaptıkça ilerlersiniz, ilerledikçe de yaşlanırsınız.
Sahne üzerinde izleme şansına sahip olduğumuz çok büyük isimlere bakıldığında, onlar 1920-1930 yıllarında doğmuş aktörlerdi: Onlara bakıldığında fiziklerini nasıl korudukları görülür. Bilgiyle, sahne tecrübesiyle yaşlılığı birbirinden ayırmak gerekiyor. Yaşlanmamaya çalışmak gerekiyor. Tiyatro genç işidir; genç kalabildiğin sürece başarılı olursun.
Dijital platformların yükselişiyle birlikte tiyatro izleyicisinin beklentileri değişti mi? İzleyicinin 'anında tatmin' beklentisine karşı sahne sanatları nasıl direnebilir?
İnsanın zamanla olan ilişkisi değişti; zamanı algılayışı, zamanı sindirişi değişti. Ömürler uzadı, hayattan keyif almanın zamanı farklılaştı. Bir parça oburluk barındıran bir çağ ve jenerasyon kuruluyor. Bunun sıkıntıları var. Ancak şunu unutmamak gerekiyor: 1990'larda televizyonun sinemayı, tiyatroyu öldüreceği çok konuşuluyordu. Şu anda televizyonun hâli ortada, tiyatronun hâli ortada. Onların öyle gücü yetmez tiyatroyu öldürmeye. Böyle bir şeyi akıllarının ucundan geçirenler ya sanat bilmiyordur ya da kapitalizmi pek iyi anlamamışlardır.
Çok takipçiniz var, sosyal medya ile aranız nasıl?
Sosyal medya ile aram eskisi kadar iyi değil. Çok yoğun çalışıyorum. Sosyal medya biraz boşluktan, boşlukta kişiyi tatmin eden bir şey. Bu kadar çalışmanın içinde sosyal medyaya çok vakit ayıramıyorum.
'Levent Üzümcü' sahnede başka, özel hayatında başka biri midir; yoksa iki kimlik birbirine karışır mı?
Mesleğini yapan bir aktör var. Bu aktörün mesleğini belirleyen unsur girdiği roller; o roller belirleyebilir ancak. Elbette Levent Üzümcü'den de bir şeyler bulursunuz ve bulmalısınız. Çünkü aktör, rolün temelini kendinden, kendi içindeki çeşitlilikten alır. Profesyonel hayatta birisi vardır, o sizsinizdir; hayatınızda da birisi vardır, o da sizsinizdir. Bu kıyafetleri giyerken giydiğiniz kıyafetlerin kombinini yapmaya çalışırsınız. Hem hayatta hem meslekte kendinize yakışanı yapmaya çalışırsınız.
Uzun bir tiyatro yolculuğunuz oldu; sahnedeki karakterlerden hangisini yaşamak isterdiniz?
Hiç 'şu karakter olayım' diye aklımdan geçmedi. Fakat sizlere şunu söylemek istiyorum: Oynamaktan en keyif aldığım karakterler, Levent Üzümcü'nün hayatında Levent Üzümcü'ye en uzak karakterlerdi. Bunun içinde komedi de var, drama da var. Genelde benim olmadığım insanlardı o karakterler. O karakterlerle çok eğlendim; başka birini, yepyeni birini tanımak çok hoşuma gitti. Fırsatım olsa tanıyamayacağım birisiyle tanışıyorsunuz. O insanların komikliklerine çok güldüğümü, dramlarına çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Bir yandan da benim için eğlenceli: O kimseye anlatamayacağınız bir dünya; o karakterin içine giriyorsunuz. Onun alışkanlıkları, onun hâl ve hareketleri, onun idealleri:
Elimde değil
Hayatınızda bir dönüm noktası olarak gördüğünüz 'tek bir replik' var mı?
Dönüm noktası olarak gördüğüm bir replik yok. Fakat 'elimde değil' repliğini çok kullandım, çok sevdiğim bir oyunda. Tehlikeli İlişkiler oyununda Vicomte de Valmont karakterinin, kendi hayatında ısrar ederken aşkını heba etmesi üzerine kullandığı repliktir 'elimde değil'. Çok sert bir sahne ve çok sert bir repliktir. Ancak hayatımı çok etkilediğini söyleyemem.
Sinemaya nasıl bakıyorsunuz?
Sinema kapitalizmle ilgili, pahalı bir sanat. Ucuza da yapılır; bir cep telefonuyla çok güzel işler yapanlar da var ama sinema sanatı parayla ilgilidir. Çünkü sinema sanatı sadece oyuncu, ışık değildir: Onun kurgusu, mekânı, kostümü vardır. Çok büyük paralar döner. Sanıyoruz dağlarda, ovalarda film çekilirken mekâna para vermiyoruz ama oyuncuya para veriyoruz. Sinema ekip demektir; en az 50 kişilik bir ekibin maaşı bile bir külfettir.
Sinema yedi sanat dalının en genci; 150-200 yıllık bir sanat, içine fotoğrafı da koyarsak. Sinemaya benim nasıl baktığımdan çok, onun ne yaptığı önemli. Sinema hayatımızı çok yönlendirdi. Ben İzmir'de açık hava sinemasının olduğu bir sokakta büyüdüm. Filmi defalarca izlerdim; film ne kadar oynuyorsa o kadar izlerdim. İyi ki o çocuk, o açık hava sinemasında haftalarca, aylarca o filmleri izlemiş. Sinemaya asla dil uzatıp kötü bir şey söyleyemem. Sinema benim hayatımda çok özel bir yerdedir. Kitap okumak gibidir. Derdi olan, lafı sözü olan kişilerin senaryo yazdığı, çektiği filmler beni çok etkiledi. Mesleğimizin farklı bir noktasıdır sinema. Tiyatro oyuncusu olduğunuz zaman, o akşam o kadar kişi gelir sizi izler; ama bir sinema filmi yaptığınızda kimin ne zaman, nerede izleyeceğini bilemezsiniz. Vizyona girsin, girmesin: Platformdaki filmler de öyle:
Levent Üzümcü kimdir?
6 Temmuz 1972, İzmir'de doğdu. Yunanistan göçmeni Türk bir ailede dünyaya gelmiştir. İlkokulu Karşıyaka Aydoğdu İlkokulu'nda, liseyi İzmir Eşrefpaşa Lisesi'nde okudu. Daha sonra Eskişehir Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Oyunculuğu, Los Angeles Film Okulu Oyuncu Yönetmenliği eğitimi almıştır.
2004-2009 yılları arasında Atv'de yayımlanmış olan Avrupa Yakası adlı dizide Cem Onaran karakterini canlandırmıştır. Oyunculuğun yanında haftanın 3 günü Türkmax'ta yayınlanan Akıl Şampiyonu adlı yarışmada da sunuculuk yapmıştır.
Bir Yaz Gecesi Rüyası oyunundaki rolüyle 2015 Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri'nde Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu seçilmesinden kısa süre sonra bu karar verilmiştir.
CHP'den 2019 yılında Şişli Belediye Meclisi üyesi seçilmiş olup 2019-2023 yıllarında Şişli Belediye Meclisi Kültür ve Sanat Komisyonu başkanlığı görevinde bulunmuştur.
Mart 2020'de İstanbul Şehir Tiyatroları'na geri dönmüştür. Üzümcü 2024 yılından beri, İzmir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nın Genel Sanat Yönetmeni görevini üstleniyor.

Bugüne ışık tutan bir oyun: Cadı Kazanı
20. yüzyıl Amerikan tiyatrosunun en önemli yazarlarından Arthur Miller'ın yazdığı, usta tiyatrocu Lemi Bilgin'in yönettiği 'Cadı Kazanı', 1692 yılının Salem'indeki Cadı Davaları'nı yeniden dirilterek, 1950'lerde ABD'de hüküm süren ve pek çok kişinin komünist olmakla suçlanıp yargılanmasıyla sonuçlanan McCarthyci baskı ortamına bir eleştiri olarak kaleme alındı. Oyunun dramaturjisini Duygu Kankaytsın, müzik tasarımı Kahir Emrah Oğuz, sahne tasarımını Anıl Ateş, ışık tasarımını Akın Yılmaz, giysi tasarımını Deniz Bilgili yaptı. Geniş oyuncu kadrosuyla sahneye taşınan Cadı Kazanı'nda Meltem Cumbul, Levent Üzümcü, Harun Özer, Selen Bayındır, Hayriye Çam, Ecem Aydın, Dine Altıok, Mehmet Onur Atbaş, Pelinsu Karayel, Başak Akbay, Şirin Saraçoğlu, Ayhan Anıl, Özgür Molla, Sonay Eren, Burak Şentürk, Berivan Kater ve Ceren Parlar rol aldı.
Tuğçe Yerdelen röportaj




