Siyaset

Özgür Özel: Tarih, sessiz kalanları Yazacak

CHP Lideri Özgür Özel, Brüksel'de düzenlenen 'Millet İradesine Sahip Çıkıyor' mitinginde Avrupa'daki vatandaşlarla buluştu. Özel, kürsüye çıkarak konuşma yapacak.

Miting, Belçikalı devlet adamı Jean Rey'in adını taşıyan Place Jean Rey Meydanı'nda yapılıyor. Avrupa'nın birçok ülkesinden vatandaşlar, sabahın erken saatlerinden itibaren Brüksel'e hareket etti.

Almanya, Hollanda ve Fransa'daki CHP birlikleri ile yurttaşlar, otobüslerle mitinge katılmak üzere Brüksel'e vardı.

Birlik temsilcileri, 'Avrupa'daki yurttaşlarımızın demokrasiye, laikliğe ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkma kararlılığı bizleri gururlandırıyor' açıklamasında bulundu.

AVRUPA'DAKİ BAZI BELEDİYE BAŞKANLARININ MESAJLARI OKUNDU

Brüksel buluşmasında; Roma Belediye Başkanı Roberto Gualtieri, Amsterdam Belediye Başkanı Femke Halsema, Budapeşte Belediye Başkanı Gergely Karácsony, Selanik Belediye Başkanı Stelios Angeloudis, Timişora Belediye Başkanı Dominic Fritz, Köln Belediye Başkanı Henriette Reker ve Frankfurt Belediye Meclisi Başkanı Hilime Arslaner'in Ekrem İmamoğlu ve tutuklu belediye başkanları ile dayanışma mesajları okundu.

Brüksel Belediye Başkanı Philippe Close da buluşmaya video mesajla katıldı.

CHP Belçika Birlik Başkanı Derya Bulduk, Avrupa Yeşiller Partisi Eş Başkanı Vula Tsetsi ve Avrupa Sosyalist Partisi Genel Sekreteri Giacomo Filibeck, İmamoğlu ve arkadaşlarına özgürlük taleplerini dile getirdi.

Mitingde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu'nun mektubu okundu. İmamoğlu mektubunda şu ifadelere yer verdi:

Değerli yurttaşlarım, Avrupa'da yaşayan dostlarım, kardeşlerim, yol arkadaşlarım: Biliyorum, aklınızın ve kalbinizin bir yanı hep Türkiye'de. İnanın bizim de aklımız ve kalbimiz hep sizde.

Çünkü bu ülke, sadece sınırlarla değil; inançla, sevdayla, umutla birbirine bağlı bir ülkedir.

Ben, bugün size yine Silivri'den sesleniyorum. Ama biliyorum ki sesim burada, Avrupa'nın kalbinde, sizlerin yüreğinde yankı buluyor.

Bu zor dönemde, hepimizin zihninde ve yüreğinde üç kelime var: Demokrasi, adalet ve cesaret. Bu üçü, birbirine tutunarak ayakta kalıyor.

Zira bugün, yalnızca demokrasi ve adalet talep etmek değil, demokratik haklarımızın elimizden alınması ve adaletsizlik karşısında sessiz kalmamak da cesaret gerektiriyor.

Avrupa Birliği de bir zamanlar işte bu cesaretle oluştu. Savaş yorgunu halkların, barış, özgürlük ve insanlık onuru için gösterdiği büyük cesaretle.

Ama bugün görüyoruz ki, Avrupa da dünyanın birçok ülkesi gibi, büyük bir sınavdan geçiyor. Bu sınav yalnız ekonomik ya da diplomatik değil; ahlaki ve vicdani bir sınav.

İklim krizi, savaşlar, göç, enerji krizi, eşitsizlik: Ve en önemlisi; halkların kurumlara olan güveninin sarsılması. Bu ortamda otoriter liderler, hakikati eğip bükerek, adaleti kendi iktidarlarının aracı haline getiriyor.

Demokrasiyi sadece sandığa, hukuku ise siyasetin sopasına indirgemeye çalışıyorlar. Bugün Ukrayna halkı, özgürlük için direniyor. Gazze'de yaşanan büyük acıların ardından gelen ateşkes, umut verici.

Ancak gördük ki, devletlerin kendi toplumlarının vicdanından gerisine düşen tutumları, dünyayı daha güvensiz, insanlığı ise daha yorgun hale getiriyor.

Bu iki tablo, iki ayrı coğrafyada görünse de aslında aynı gerçeği gösteriyor: Bir yerde adalet eksilirse, her yerde otoriterlik ve despotluk güçlenir. Adaletin coğrafyası daraldığında, despotların zulmü genişliyor.

Avrupa da kendi değerlerinden uzaklaştıkça, kısa vadeli çıkarların peşine düştükçe, uzun vadede kendi demokrasisini tehlikeye atıyor. Ben, halkın özgür oylarıyla üç kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildim. Bugün özgürlüğüm elimden alınmış olsa da mücadelem asla bitmedi.

Çünkü bu, sadece benim mücadelem değil, adil ve özgür bir Türkiye'nin mücadelesidir. Bu; yoksulluktan, haksızlıktan ve hukuksuzluktan bitap düşmüş büyük bir milletin onur ve haysiyet mücadelesidir. Ve Yüce Allah'a şükürler olsun ki yalnız değilim: Yalanlar, iftiralar, baskılar, zorbalıklar, tehdit ve şantajlar sonuç vermiyor.

Tam tersine, milyonlar mücadelemizde birleşiyor. Omuz omuza, el ele veriyor. Gençlerin üniversitelerde, kadınların meydanlarda, aziz milletimizin sokaklarda gösterdiği barışçıl mücadele, ülkemizin demokrasiye olan inancının ne kadar köklü ve güçlü olduğunu kanıtlıyor.

Gelişmiş ülkelerde dahi meşruiyet krizi yaşanıyor. Otoriter iktidarlar, demokrasiyi sandığa sıkıştırıyor, hukuku yok sayıyor ve hatta ayaklar altına alıyor. Ama biz biliyoruz ki; halkın iradesi vicdanlarda, sandıklarda ve meydanlardadır. Ve hiçbir güç, o iradeyi susturamaz.

Biz, halkın sesini devletin kalbine, adaletin merkezine taşıyana kadar mücadelemize devam edeceğiz. Kararlarımızı, kapalı kapılar ardında değil; birbirimizin gözünün içine, aynı hizadan bakarak alacağız. Aslında İstanbul'da biz, bu anlayışın ilk adımlarını attık.

Katılımcı yönetim modelimiz, sadece bir şehir uygulaması değil; geleceğin Türkiye'si için bir demokrasi örneğidir. Bugün Avrupa'daki tüm demokratlara sesleniyorum: Bu mücadele, sadece Türkiye'nin değil, Avrupa'nın da geleceğini ilgilendiriyor.

Avrupa'nın yeniden değerlerine sahip çıkması, adaleti ve demokrasiyi her yerde savunması gerekiyor. Çünkü adaletsizliğin milleti olmaz, coğrafyası olmaz.

Beni, belediye başkanlarımızı ve yol arkadaşlarımızı esir tutanların amacı; kendi ikbâlleridir, bitik tükenmek bilmeyen koltuk hırslarıdır.

Onlar, milletin iradesine ve demokrasinin özüne yönelmiş, aciz ve hukuksuz bir girişimin içindeler. Bizim tek talebimiz, adil bir yargılamadır.

Biz, adaleti sadece kendimiz için değil, herkes için istiyoruz.

Çünkü biliyoruz ki adalet artık bir kişiye değil, herkese lazımdır. Adalet olmadan ekmeğin olmayacağını, dirliğin olmayacağını, birliğin olmayacağını biliyoruz. Evet Türkiye bugün zor bir dönemden geçiyor.

Ama biz umutsuzluğu değil, umudu diri tutan, adaleti ve birliği yeniden hâkim kılan günler için tarifi zor bir onur mücadelesi veriyoruz.

Türkiye, şu ya da bu şahsın, şu ya da bu partinin değil; milletin ortak çıkarlarına uygun olarak yolunu belirleyecek. Türkiye; adaletin, eşitliğin, kardeşliğin gücüyle büyüyecek, zenginleşecek, güçlenecek ve adilce paylaşacak.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak, dünyanın her yerinde gıpta edilen, saygı duyulan bir imtiyaz olacak. Birbirimize güveneceğiz. Asla geride bir tek arkadaşımızı bırakmayacağız.

Omuz omuza vereceğiz ve onları duyduklarında tir tir titreten o sözü yılmadan haykıracağız: Her şey çok güzel olacak! Her şey çok güzel olacak! Her şey çok güzel olacak! Hepinizi hasret ve özlemle kucaklıyorum.

Ekrem İmamoğlu. Silivri Zindanı.

Özgür Özel birazdan konuşmasını yapmak üzere kürsüye çıktı. Özel'in konuşmasından öne çıkanlar şu şekilde:

19 Mart'ın ardından İstanbul'da ve Türkiye'de tam 60 kez bir araya geldik. Önce miting yapıyoruz sandılar. Toplanırlar, dağılırlar dediler. Uzun sürmez dediler.

Yaz gelince ne yapacaklar dediler. Ama her Çarşamba akşamı İstanbul'da bir meydanda yüz binleri, her hafta sonu Türkiye'nin güzel bir ilinde, doğusunda batısında, kuzeyinde güneyinde, çoğunlukla da bir zamanlar AK Parti'nin kalesi denilen yerlerde o şehrin en tarihi, en büyük mitinglerini yaptık.

Çünkü yaptığımız şey bir miting değil, bir eylemdi. Bir karşı çıkıştı, bir karşı koyuştu. İşte o yüzden 61. eylemimizde Brüksel'de sizlerleiz. Hoş geldiniz şeref verdiniz.

Buraya eylem yapmaya, sesimizi duyurmaya, dayanışmaya, sizlerden güç almaya, sizlere umut vermeye geldik. Buraya gelmeden önce Türkiye'de iktidar sahipleri her zamanki kolaycılıkla yurt dışına mı gideceksiniz, Türkiye'yi mi şikayet edeceksiniz diye bir safsataya sarılmaya başladılar.

Birisi birine gammazlanacak, şikayet edilecekse karşı tarafın düşman olması lazım, hasım olması lazım. Biz buraya dertleşmeye, konuşmaya, güç almaya, güç vermeye, dosta geldik, dosta sarılmaya geldik. Sizlere sarılmaya geldik.

Suçsuz yere 207 gündür hapiste bulunan Cumhurbaşkanı adayımız Ekrem İmamoğlu'na, adam gibi başkan Zeydan Karalar'a, Torosların yiğit evladı Muhittin Böcek'e, onların da içinde olduğu 16 belediye başkanımıza, yüzlerce siyasetçiye, bürokrata, Türkiye'deki tüm siyasi tutsaklara, Selahattin Demirtaş'a, Figen Yüksekdağ'a, fikrinden, düşüncesinden dolayı içeride kim varsa ona sahip çıkmaya geldik.

Diğer yandan birinden kurtuldum, sıra ötekine gelsin diye Mansur Başkanı hedefine almaya çalışanlara aklınızı başınıza alın, Mansur Yavaş yalnız değildir demeye geldik.

Bugün burada sadece Türkiye'den dostlarımız yok. Bugün burada Avrupalı kardeş partilerimizden çok sayıda temsilciler burada. Sosyalist Enternasyonal'den, Avrupa Sosyalist Partisi'nden, Yeşiller'den, çok değerli dostlarımız, Avrupa Parlamentosu'ndan çok değerli temsilciler burada.

Mikrofonda gösterdikleri dostlukla, Türkiye'ye sahip çıkarak, Türkiye'yi seviyoruz diyerek dostumuz olduklarını dosta da dost olmayana da haykıran Dario Nardella'ya, Giacomo Filibe'ye ve Vlad Set diye yürekten teşekkür ediyoruz. Hoş geldiler, şeref verdiler.

Tüm milletvekillerine ve Brüksel Belediye Başkanı'na, ev sahipliği yapan burada başkan yardımcısıyla temsil edilen, şehir dışından mesajını buraya ileten, Roma'nın, Amsterdam'ın, Barcelona'nın, Budapeşte'nin değerli belediye başkanlarına, kardeşimiz Selanik Belediye Başkanı'na, Timișoara, Köln, Frankfurt ve Utrecht Belediye Başkanlarına bu meydana verdikleri destek ve bize gösterdikleri ev sahipliği için yürekten teşekkür ediyoruz.

İyi ki varlar. İyi ki bizimle birlikteler.

Diğer yandan Erdoğan'la bir al-ver ilişkisi içinde oldukları için Türkiye'deki demokrasiye karşı kurulan kumpasa karşı susanlar var, sessiz kalanlar var.

Türkiye sığınmacılara baksın, ileri karakolumuz olsun diyenler var. İşte bugün buradaki bütün demokratların varlığını bildiğimiz gibi birtakım çıkar hesaplarıyla Türkiye'nin karşısındaki planlara sus pus olanları da tarih önünde kaydediyoruz. Kimse bundan endişe etmesin.

Avrupa'daki bütün kardeş partileri saygıyla selamlıyorum. Hiçbirini ayırmadan hepsini saygıyla selamlıyorum ve İngiltere İşçi Partisi'nin kıymetli üyelerine, yürekli mücadele insanlarına, yönetim anlayışından bağımsız olarak saygılar sunuyorum. Onları da seviyoruz. Onları da seviyoruz.

Irak'ın işgaline Amerika ile birlikte nükleer silah var diyerek susanları nasıl tarih bugün utandırıyorsa, bugün de Amerika'yla birlikte Suriye'deki hesaplar için Türkiye'deki darbeye susanları görüyoruz, not ediyoruz. AK Parti iktidarı siyasete işine geldiği gibi bir kural koymaya çalışıyor.

Türkiye'de ne olursa olur, ben yaparım, orada kalır diyor. Sen çıkarsan dışarıda konuşursan, ben seni beni şikayet ediyorsun diye şikayet ederim diyor. O iş o kadar kolay değil.

Nerede bu yoğurdun bolluğu? Erdoğan'a sevap olan başkasına neden günah olsun? Ona helal olan başkasına niye haram olsun? Türkiye'de öğrencilerin başörtüsü sorunu vardı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde geldiniz davayı açtınız.

O günlerde bir hak mücadelesiydi. Ben de karşınızda olmadım. Ama o gün gelip Türkiye hakkında dava açarken bu şikayet değil. AK Parti'ye kapatma davası açılmış, dört kişilik heyet yapmış, dünya başkentlerini geziyor.

Bu şikayet değil. 15 Temmuz darbe sonrası olmuş, kapımızı çalıyor, 'Avrupa sizi tanır, dünya bizden iyi bilir. Birlikte anlatalım bu darbeyi. Dünyaya şikayet edelim' diyor.

Darbeye uğrayan kendisi olunca dünyadan dayanışma bekliyor, darbeyi kendi yapınca bunu dünyaya anlatmayın diyor.

Vallahi de anlatacağım. Billahi de anlatacağım. Bir adım geri durmayacağım.

Haksızlığı yapan kendisi olunca susun diyor. Susmayacağız ve konuşacağız. Esas sorun nedir biliyor musunuz, değerli yol arkadaşlarım? Sorun Brüksel'de, Avrupa'nın kalbinde, başkentinde bunları konuşmak değil.

Avrupa'nın başkentinde, 60 sene önce tam üyesi olmak istediğimiz Avrupa Birliği'nin başkentinde, kurucusu olduğumuz Avrupa Konseyi'nin varlığında Türkiye'de yaptığınız işlerin Brüksel'de söylenmesinden utanıyorsanız, utanılacak işler yapıyorsanız, esas sorun buradadır.

Ben küçücük bir çocukken bir kusur işlediğimde, anneannem Selanik doğumlu Sabriye Hanım beni karşısına alırdı.

İki omzumdan tutardı. Ben utanır, yüzümü kapardım. Bana derdi ki, 'Şuna bak. Yapmaya utanmıyor, bakmaya utanıyor gözüme.' derdi. Erdoğan'a buradan söylüyorum. Avrupa'nın parçasıyız diyeceksen, Avrupa Birliği'ni hedefleyeceksen, ne yapacaksan yapıyorsan da dönüp Avrupa'nın gözünün içine bakacaksın.

Ben öyle yapıyorum kardeşim. Bakamayacağın işi yapmayacaksın. Yaptıysan da gözünü kimseden kaçıramazsın. Esas sorun bu kadar sorunlu işleri yapmaktır. Bunu hepimiz biliyoruz. Biz içeride de dışarıda da Türkiye'nin menfaatlerini savunmaktan geri durmayız.

Türkiye'nin ana muhalefet partisiyiz. Yurt dışına çıktığımızda Türkiye'nin partisiyiz. Ama karşımızdaki iktidar sadece kendi menfaatlerini koruyan, kollayan, kendi çıkarı için Türkiye'nin çıkarlarını bir kenara bırakabilen ve bu yüzden de her türlü müzakereyi kendi iktidarını sürdürmek üzerinden yapan bir iktidardır. Soruyorum.

Bu darbe sürecinin milletimize bir faydası var mı? Türkiye'nin demokrasiden kopmasının milletimize bir faydası var mı? Bu yapılanların Türkiye Avrupa ilişkilerine bir faydası var mı? Ekonomiye faydası var mı? İşsizliğe faydası var mı? Memlekete faydası var mı? Hiçbiri yoksa, demek ki Erdoğan yanlış yoldadır, Türkiye'nin menfaatinin karşısındadır, kendi iktidarı için pazarlık halindedir.

Türkiye'nin tarafında olan, Türkiye'nin zenginleşmesini, gençlerinin iş bulmasını isteyen ve Türkiye'nin tarafında olan parti Cumhuriyet Halk Partisi'dir. Kurulduğu gün gibi Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'nin birinci partisidir.

Türkiye'nin çıkarına değil de kendi çıkarlarına çalışan, her şey bir yana yandaşının çıkarına çalışan, sadece zenginlere çalışan AK Parti iktidarı artık Trump'a çalışmaya başladı.

Ülkede bulamadığı meşruiyeti, Avrupa'da dünyada bulamadığı meşruiyeti Beyaz Saray'ın kapılarında, Oval Ofis'lerde arar oldu. Artık milletin desteğini kaybetti.

Milletin yitirdiği desteğine karşı Trump'a güveniyor. Ülkenin her şeyini pazarlık konusu yaptı. 300 tane Boeing uçağı da masada. Türkiye'nin pahalıya yakacak gaz alması da masada.

Maalesef gelecekteki en büyük zenginliğimiz dünyada 5. sıradayız. Nadir elementlerimiz de Trump'la pazarlık masasında.

Oysa oysa ülkeyi kuran parti olarak bakın bize, bakın bize ülkeyi kuran parti olarak en zor günümüzde Cumhurbaşkanı adayımız, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı tutuklanmışken ve en zor günlerde Avrupa'nın, dünyanın desteği bekleniyorken, Almanya hükümeti Eurofighter'ları Türkiye'ye vermekten vazgeçti, blokaj koydu.

Onlar olsa, AK Parti olsa, mağdur olan kendisi olsa buna çok memnun olur. 'Aman vermeyin.' der. 'Süründürün bunları. Önce biz kurtulalım. Sonra Eurofighter gelsin.' der.

Biz ne yaptık? Ekrem İmamoğlu yattığı yattığı hapishaneden, hücreden mesaj yazdı. Ben şansölye yardımcısıyla, Savunma Bakanı'yla görüştüm. Almanya hükümetine bizzat mesaj ilettik.

Bizim yaşadığımız hukuksuzluk ayrı, Türkiye'nin savunma kaygıları ayrı. Eurofighter'ı Türkiye'ye mutlaka verin dedik. Almanya blokajı kaldırdı ve Türkiye Eurofighter alma noktasına geldi.

Bir tarafta Türkiye'nin nadir elementlerini Trump'a peşkeş çekenler, bir tarafta kendi canından geçip ülkenin menfaatini düşünenler.

Biz olduğumuz yerde dimdik duruyoruz. Biz Türkiye ittifakıyız. Türkiye'nin çıkarlarını savunuyoruz. Burada bu meydanda sadece sosyal demokratlar yok.

Allah eksikliklerini göstermesin. Muhafazakar demokratlar, milliyetçi demokratlar, Kürt demokratlar, liberal demokratlar omuz omuzalar. Çünkü demokratlar bilir ki, demokrasi varsa her sorun halledilir.

Demokrasi giderse, sandık giderse her şey felaket olur. Bunu en iyi bilenler sizlersiniz. En iyi bilenler.

Batı sadece bir yön değildir. Bir anlayış meselesidir. Batıya gidildikçe saraylar gider. Tarihi saraylar vardır ancak ülke daha mütevazi mekanlardan yönetilir. Konvoylar kısalır. Arabalar mütevazileşir. Liderler denetim altındadır.

Mütevazidir ancak halk zengindir. Oysa bundan uzaklaşınca, otoriterlik artınca, saraylar başlar, 1.000 odalı saraylar. Uzun konvoylar, dünyanın en pahalı makam araçları, uçak filoları ancak itibar çoktur. Ancak halk fakirdir.

Şimdi Erdoğan ve biz iki farklı akımı temsil ediyoruz. Bir yanda uzun konvoyları, 1.500 odalı sarayları, tasarruf etmediği itibarı ve yoksulluk vaadettiği halkıyla Erdoğan.

Bir tarafta onun uçan sarayına en pahalı limuzin Mercedes'lerine değil, ülkenin demokrasisine talip olan bizler varız. And olsun ki biz kazanacağız. Biz kazanacağız. Biz kazanacağız.

Buradan, buradan bütün Türkiye'ye Brüksel'den Afyon'a, Emirdağ'a selam olsun. Buradan bütün Türkiye'ye selam olsun. Biz muhalefetteyiz. Ancak güçlü, demokratik, zengin bir ülke için çalışıyoruz, mücadele ediyoruz.

Muhalefetteyken bile yurt dışındaki tüm temaslarımızda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, Filistin'in, Azerbaycan'ın çıkarlarını savunuyoruz. Bunu kimseden çekinmeden, cesaretle yapıyoruz.

Biz bunu icazetle değil, Gazi Mustafa Kemal'in Partisi'nde olmanın verdiği cesaretle yapıyoruz.

Çok yakından yaşıyorsunuz ki, Avrupa'dan bakınca Türkiye'de olanı biteni anlamak çok kolay değil. Türkiye'de 23 yıllık bir AK Parti iktidarı var. 23 yıl sonra ilk kez seçim kaybetti. Biz 47 yıl aradan sonra ilk kez 1. parti olduk. Seçimde %38 oy aldık, belediyelerin %65'ini kazandık.

Bugüne kadar demokrasi diyen, demokrasiden dem vuran Erdoğan, demokrasi treninden o istasyonda indi. O günden bugüne artık sandıktan değil, başka yerlerden medet umduğu için Türkiye'de demokrasiyi askıya almaya çalışıyor. Halkın tercihine saygı duymadı.

Önce belediye başkanlarımızı, bakanlarına 'Bunları silkeleyin' diyerek, gelen paraları keserek, geçmişten birikmişleri CHP'li belediyelerden bir seferde tahsil ederek hizmeti aksatmaya çalıştı. Baktı bu yeterli olmuyor, bu sefer Cumhurbaşkanı adayımızın diplomasını 31 yıl sonra iptal etti.

Bu diploma 31 yıldır Türkiye'de her konuda kullanılmış, hiç sıkıntı yok. 25 sınıf arkadaşından bir tanesi Türkiye'nin en önemli işletme fakültesinin dekanı, sıkıntı yok. Ne zaman ki Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanı adayı, diplomasını iptal ediyor ki karşısına rakip aday olamasın. Diplomayı veren fakülte dahi iptal etmiyor, yetkisiz bir kuruldan diplomayı iptal ettiriyorlar.

Bunun Almancaya tercümesi yok. İngilizceye, Fransızcaya tercümesi yok. Bunu uzun anlatmak lazım, iyi anlatmak lazım. Ekrem Bey'in tek suçu Erdoğan'ı yenmektir. O yüzden diploması iptal edilmiştir diye anlatmak lazım.

Değerli dostlar, bu diploma işi yetmediği gibi, bundan 206 gün önce 'Bir ay içinde bütün kanıtlar çıkacak' dedikleri ancak yedi aydır tek bir kanıt ortaya koyamadıkları bir iftirayla arkadaşlarımızı hapse attılar, orada tutuyorlar.

Sonra da dönüp Türkiye'ye, dünyaya 'Ya bu bir yolsuzluk konusu' diyerek bir algı operasyonu yapıyorlar.

Öncelikle 210 gündür, yedi aydır, tek bir kanıt olmadığı gibi, önceden söyledikleri her şeyin kendi içinde çürüdüğünü, yalanlandığını ve bizim yedi aydır artık iddianameyi beklediğimizi iyi hatırlatmak, iyice anlatmak gerekiyor.

Ayrıca Recep Tayyip Erdoğan İstanbul Belediye Başkanı'yken rüşvetle, irtikapla, ihaleye fesat karıştırmakla, terör örgütlerine destek vermekle suçlandı. Yargılandı. Ancak bir gün evine polis gelmedi.

Bir gün tutuklu yargılanmadı. Bir gün değil, cezası mahkemede görüldüğünde kesinleşene kadar kimse kendisine karışmadı.

Ancak Erdoğan kendine yapılmayanı, sabah altıda eve polis yollayarak, seçilmiş belediye başkanını tutuklayıp cezaevine koyarak, yedi aydır iddianame çıkarmayıp onu millete hizmetten alıkoyarak ve şimdi de, anlaşılıyor ki, her türlü kumpası çevirip bu yargılama sürecini geciktirerek kendisini yenecek birisinin adaylığını engel olmak istiyor.

Ancak yapmaya çalıştığı mesele sadece Ekrem Başkana, partisine kötülük değil.

Bugün Brüksel'de dolaşan milletvekillerimiz bakıyorlar, Belçika'da asgari ücret Türkiye'nin 4.2 katı.

En düşük emekli maaşı Türkiye'nin 4.7 katı. Türkiye'de bir asgari ücret 128 kilo kıyma alırken, Belçika'da asgari ücret, düzeltiyorum, Türkiye'de 30 kilo kıyma alabilirken Belçika'da asgari ücret 128 kilo kıyma alabiliyor.

Biz Ekrem Başkan, ben, Mansur Başkan, Cumhuriyet Halk Partisi, Erdoğan'ın lüks arabalarına, uçaklarına, sarayına değil, Türkiye'deki emekçinin kursağından geçecek lokmayı arttırmaya, asgari ücreti arttırmaya, emekli maaşını arttırmaya, yoksulluğu yönetmeye değil, yok etmeye ant içtiğimiz için, ona talip olduğumuz için bu saldırı altındayız.

Dünyanın, dünyanın bu düzeninden memnun olanlar Erdoğan'ı istiyor. Zengin daha zengin olsun, fakirler sürünsün isteyenler Erdoğan'ı istiyor.

Bu milletin eşitliğini isteyenler, kardeşliğini isteyenler hep birlikte kazanalım, hakça, eşitçe paylaşalım diyenler, sosyal adaleti isteyenler Ekrem İmamoğlu'nu istiyor, Cumhuriyet Halk Partisi'ni istiyor.

Bu kavga zenginle fakir arasındadır. Bu kavga zulmedenle zulüm gören arasındadır. Bu kavga partiler arasında değil, sınıflar arasındadır. Ezilenden yana olanları, vicdanı olanları bu mücadelede İmamoğlu'na ve CHP'ye sahip çıkmaya davet ediyorum.

Bundan tam 64 yıl önceydi. Sirkeci Garı'ndan kalkan bir tren Almanya'ya geldi. O günden beri o trendekilere gurbetçiler dendi. Buralara geldiniz, ekmeğinizin peşine koştunuz. Önce karnınızı doyurdunuz.

Sonra Almanya'ya, Avrupa'ya güç verdiniz. Şimdi oranın ayrılmaz bir parçası oldunuz. İkinci üçüncü kuşakla birlikte artık gurbetçilerden değil, dedeleri gibi gururumuz olan gençlerden, pırıl pırıl bir nesilden bahsediyoruz.

Siz birilerinin küçük gördüğü gibi, uzak durduğu gibi değil. Bu Türkiye'nin, bu ülkenin Avrupa'daki pırlanta gibi temsilcilerisiniz. Hepimizin umudu sizdedir. Avrupa'daki gençlerimizdedir. Hepinizi çok seviyoruz.

Siz siyasete uzak durursanız, Avrupa'daki gençler siyasete uzak dururlarsa, Türkiye'de konserleri iptal edenler, sanatçıları sabahleyin evinden altıda alıp, sözde uyuşturucu kontrolü diye onları toplum önünde küçük düşürenler, gençlerin arzu ettikleri gibi bir ülke yerine, bir Orta Doğu ülkesine Türkiye'yi çevirenlerin işine geliyor.

Buradan hem buradaki çok değerli Türk toplumuna, özellikle gençlere çağrıda bulunuyorum. Lütfen siyasetten uzak durmayın. Sandıktan uzak durmayın. Türkiye'nin, geçmişte benim iki amcamın da bindiği, Sirkeci'den kalkan o tren gurbetçileri taşıyordu.

Şimdi biz o gurbetçilerin torunlarıyla hasreti bitireceğiz. And olsun ki CHP iktidarında Avrupa Birliği'nde buluşacağız, sınırları kaldıracağız, hep birlikte başaracağız.

AK Parti yıllarca vaatlerde bulundu. Oy aldı, sırtını döndü. Oy isterken yüzü size dönüktü. Oyu verince sırtını döndü.

Şimdi verdiği sözleri unutmayan ve seçim kazanınca kibre kapılmayan, kimseyi dışlamayan, kutuplaştırma yerine kucaklaşmayı, şeytanlaştırma yerine kardeşliği savunan güçlü, inançlı bir partiyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün Partisi'nin 100 yıl sonraki iktidar yürüyüşüyle karşı karşıyasınız. Emin olun bütün sorunları biliyoruz.

Emin olun bu sorunları ne olduğunu da nasıl çözeceğimizi de biliyoruz. Ama birileri gibi oyu alana kadar yüzü dönük, oyu aldıktan sonra sırtı dönük bir anlayışımız yok.

O yüzden Ekrem Başkan ilk seçimi 13.000 farkla, ikinci seçimi 806.000 farkla, üçüncü seçimi 1.100.000 farkla kazandı.

O yüzden Mansur Yavaş girdiği seçimde %60 destek alarak Ankara'yı tekrar kazandı. Biz gelince unutan değil, aksine hizmet ettikçe tanışılan, beğenilen ve iktidarından memnun olunan bir anlayışız.

İşte iktidarımızda, bugün normaldekinin dört katı beş katı fiyata çıkarıp uçak biletlerini Brüksel'den, Avrupa'dan Türkiye'ye gitmeyi sizlerin üzerinden bir fırsatçılığa çeviren anlayışın aksine her sene memleketine tatil için bir gelip dönmeyi, kışın en ucuz tarifeden bilet neyse, bir kere işaretleyip yılın istediği gün kullanılacak hasret biletinin sözünü ben veriyorum size. Ben veriyorum.

Getirdiğiniz arabalara 185 gün yurt dışı çıkışı gibi bir meseleyi çok daha akılcı, yani suistimal yollarını kapatan ama burada yıllarca çalışmış birinin Türkiye'ye gittiğinde aracını bir sefere mahsus vergisiz götürebileceği, gittiğinde aracını eşi kullanmış, kayınçosu kullanmış cezalar geliyormuş.

Böyle ucuz işlerin peşini devletin bırakacağı, acil durumlarda tepene binecek değil, halden anlayacak bir devlet yönetim anlayışını hayata geçireceğiz.

Emeklilik konusundaki çileyi çözmek için, emekli yurttaşlarımızın yurt dışında tam zamanlı çalışmasının önünü kesen uygulamayı kaldıracağız. Yurt dışında çalışanın Türkiye'de anasının ak sütü gibi helal emekli maaşına dokunmayacağız.

Sizleri, sizlere bakınca para makinesi gibi görüyor. Geldi yoralar diyor. Burada aldığın telefonun parasının üzerinde bir parayla Türkiye'ye gidince 45.000 liraya telefon kaydettirme soytarılığına son vereceğiz.

Bedelli askerliği, bedelli askerliği bu kadar emekle kazanılan paraları sağmal inek sağar gibi sağan devlet anlayışından, vatandaşı, vatandaşlıktan uzak düşüren anlayıştan makul bir yere çekeceğiz. Türkiye'de kaç paraysa burada da o para olacak. Söz veriyorum.

Sağlıkta sadece acile başvurursun. Yıllarca geldi burada çalıştı. El emeği, göz nuru döktü burada. Gitti Türkiye'ye, Türkiye'de hastalandı. Türkiye devleti sana bakmaz. Bu memlekete yıllarca getirdikleri dolarlarla, eurolarla, marklarla bakana kötü gününde de devlet bakacak kardeşim, and olsun.

Türkiye OECD'ye verdiği bir anlaşmayla verileri paylaşıyor. Buradaki vatandaşın kötü niyeti olmamasına rağmen tepesine devlet çöküyor. Veriyi paylaşırsan paylaş ama çifte vergilendirmeye, iki kere sigortaya, onur olmaz cezalara karşı vatandaşını da korumak Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin boynunun borcudur.

Türkiye'den kariyer göçüyle buraya gelmiş olanları elbette isteriz ki dönsünler bir gün ama buraya gelmiş olanları kaçtılar, gittiler, bilmem ne diye gören düşman bir zihniyet var.

Ehliyette, ehliyet yenilemesinde bile zulüm görüyor expatlar. Gençler, hepinize söz veriyorum. Siz Türkiye'nin ne sırtında yüksünüz ne gittiniz diye gönlümüz kırık, burnumuz size bükük.

Biz sizi Türkiye'nin gücü, Avrupa'daki temsilcileri olarak görüyoruz. Bırakın zulm etmek, başımızın üstünde taşıyacağız. Hep birlikte olacağız.

Burada milyonlarca vatandaşımızın sorunu çok, çözecek kimse yok. Ben yıllar önce yurt dışı seçim çevresi önerisinin altına imzayı atan ilk milletvekiliyim, ilk grup başkan vekiliyim. Sizler karar vereceksiniz. Oyunuzu atacaksınız. Temsilcilerinizi Ankara'ya, meclise yollayacaksınız. Söz veriyoruz.

Şimdi o zaman, o zaman, sözün sonunda bir konuda anlaşmaya varalım. Bundan sonra siyasete uzak durmak yok. Gençleri, evlatları, herkesi oy kullanabilecek şekilde motive edeceğiz. Sandıkları takip edeceğiz. Omuz omuza, kol kola verip sandığa koşacağız. Bu dertleri bitirecek, Atatürk'ün partisini iktidar yapacağız. Söz mü?

Ben 31 Mart seçimlerinde demiştim ki partimizin üstünde %25'lik bir cam tavan var.

Bu %25'lik cam tavanı kırıp dökeceğiz demiştim ve 31 Mart gecesi o %25'lik cam tavanı tuzla buz ettik. %38 oyla partimizi birinci parti yaptık. Şimdi Belçika'da başımızın üzerinde %16'lık görülmez bir cam tavan var. Gün bu gündür.

Bundan sonra çoğalarak, birleşerek, kararlılıkla Belçika'daki cam tavanı tuzla buz etmeye var mısınız?

Bu birbirimize duyduğumuz hasreti gurbeti bitirip artık Türkiye'de gençler için yasaksız Türkiye, vizesiz bir Avrupa inşa etmenin bir seçim meselesi olduğunu, bir sandık mesafesinde olduğunu herkes bilsin.

Bugün 79 ülkeden 87 partinin Cumhuriyet Halk Partisi'nin Avrupa Birliği tam üyelik hedefini desteklediğine dair sosyalist enternasyonal bildirileri mevcut.

Burada temsilcileri konuşan değerli kardeş partilerimiz ve çok değerli yapılar, Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye'yi demokrasi yolunda ilerletirse önünü açmak için sadece kardeşlik ve dayanışma vadediyorlar.

Türkiye'yi bütün dünyanın kendisine düşman olduğu, kimsenin istemediği, yalnızlaştırılmış bir ülke haline sıkıştırıp bu nefret üzerinden oy toplamaya çalışanlara inat modern dünyanın, modern Avrupa'nın ayrılmaz bir parçası, yasakların yasak olduğu, sınırların ortadan kalktığı Avrupa Birliği'ne tam üye bir Türkiye için mücadeleye hazır mısınız? Hasreti bitireceğiz.

Güzelim memleketimin güzel insanlarıyla burada da orada da omuz omuza, kol kola yepyeni bir geleceği hep birlikte inşa edeceğiz.

Biz Brüksel'e şikayet etmeye de kavga etmeye de değil, dayanışmaya, moral bulmaya, güç almaya, güç vermeye geliriz. Bundan sonra da Avrupa'nın her yerinde sizlerle birlikte olacağız. Meydanlara sığmayıp taşacağız. Yarınları birlikte kuracağız.

Kaynak: Halk TV