Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği Genel Başkanı Meral Güler okullarda imam ve vaiz atamalarını öngören ÇEDES uygulamasını değerlendirdi. Öğrencilere eğitimcilerin ders vermesi gerektiğine dikkat çeken Güler, uygulamanın sonlandırılması için mücadelenin devam edeceğini de belirtti.
“OKULLAR ÖĞRETMENLERİNDİR”
ÇEDES uygulamasının laik eğitime karşı olduğunu söyleyen Güler,
“Biz hep birlikte hocaların vaizlerin eğitim sisteminin içerisine dahil olmalarının karşısındayız. Çünkü orada Çevreme duyarlıyım, değerlerime sahip çıkıyorum diyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin değerlerinin imamlar, vaizler tarafından verilmesine biz karşıyız. Çünkü okullar öğretmenlerindir. Öğretmenler de bu eğitimleri almış insanların, okullarda bu eğitimi almış insanların gençlere, çocuklara, küçük yaştan itibaren laik bilimsel eğitimi vermeleri amacıyla alıyorlar. Bunları vermeleri gerekiyorken biz değerlerimizin ne olduğu konusunda bir sürü soru işareti oluşuyor kafamızda ‘Acaba imamın, vaizin vereceği değerler nedir?’ diye. Halbuki bizim öğretmenlerimizin verdiği eğitim, bilimsel eğitim, Türkiye Cumhuriyeti’nin zaten kurduğu eğitim sisteminin içerisinde bilimsel eğitim, ön plandadır. Bunları vermeleri gerekirken acaba değerleri nedir diye düşünüyoruz. O yüzden biz ÇEDES’e karşıyız. İlkokuldan başlayarak bu çocukların eğitimcilerin bilmediği bir yere doğru yönlendirmelerine karşıyız. Okullar öğretmenlerinindir. Öğretmenlerimiz çok değerli. Bir sürü atanamayan öğretmen varken zaten devletten maaşını alan imamların vaizlerin okullarda eğitime katılmasına karşıyız. Keşke öğretmenlerimize atanabilse, keşke Cumhuriyetimizin laik, bilimsel eğitim değerlerini öğrencilerimize verebilse. Biz LABEP olarak bunu savunuyoruz ve birçok eylemlerimiz var. Buna karşı tüm gücümüzle var olmaya devam edeceğiz eylemlerimize ve söylemlerimize devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
“LAİKLİK OLMAZSA OLMAZ”
Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin laik ve cumhuriyet değerlerine inanan kadınlar tarafından kurulduğunun altını çizen Başkan Güler,
“Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği 1949 yılında kurulmuş kadının güçlenmesiyle ilgili birtakım çalışmalar yapan bir kurum. Bunun içerisinde burs vermek var. Eğitime katılımı, siyasete katılımı, eşit temsili bunun gibi bir sürü özellikleri barındıran bir derneğiz. Aynı zamanda olmazsa olmazımız laik ve cumhuriyete inanan, Atatürk devrimlerine inanan kadınlarız biz. Böyle kadınların kurduğu bir derneğiz. 1949 yılında zamanının güçlü kadınların üniversite mezunu Atatürk’ün devrimlerini de arkalarına alarak kurdukları bir dernek. Süreyya Ağaoğlu gibi, Türkan Rado gibi, Remziye Hisar gibi çok güçlü kadınların kurduğu bir dernek ve bu kadınların hepsi burs vererek gençlerin güçlenmesini ve geleceğe güçlü katılmalarını arzulamaktaydı. Şimdi geldiğimiz sistemde ise biliyorsunuz ÇEDES başlı başına büyük problemimiz” dedi.
“ELİMİZDEKİ EN ÖNEMLİ DEĞER EĞİTİM”
Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği’nin yaptığı çalışmalardan bahseden Güler,
“Biz aslında birçok platformun değil içindeyiz. Mesela dün meclisin kapısına dayandık. Siyasetteki kadınların, kadın kolları başkanlarının hep birlikte olduğu eylemimiz olduğu orada ses çıkardık. Siyasete katılım, eşit temsil, bizim için çok önemli. Kota sistemine bile karşıyız. Biz eşit temsilden yanayız. Bunun için çok çalışmalarımız var. Tüm partilerimize dolaşıyoruz, eşit temsil olsun diye. Bunlar söylemlerde kalmamalı çünkü birçok parti başkanı bunu söylüyor. Ama biz eylemde de böyle olmasını istiyoruz. Nafaka hakkıyla ilgili çalışmalarımız var. Üniversite okuyan kız çocukları gerçekten çok zor durumda. Biz burs veren bir derneğiz. 2 bine yakın üniversitede okuyan genç kadına burs veriyoruz. İnanın şu anda yüzlerce başvuru var, çok üzülüyoruz çünkü hepsine cevap veremiyoruz. Yurt dışından da bağışçılarımız var. Listeleyip yurt dışına gönderdiğimiz öğrencilerden 2-3 tanesi üniversite eğitimini bıraktı. Çünkü yurtlar yetersiz okullara geliyorlar, yurt yok. Eve çıkmaya çalışıyorlar 2-3 arkadaş. Ev kiraları aldı başını gitti özellikle İstanbul, Ankara izmir’de. Okullarını terk etmek zorunda kalıyorlar. Eğitimlerini bırakmak zorunda kalıyorlar. Ara vermek demiyorum. Çünkü ülke belki gittikçe daha kötü duruma gidiyor. Ve ailelerin, annelerin, babaların ilk Okuldan aldıkları Kız öğrenciler. Çok üzüldüğümüz şeylerden birisi de bu. Üniversitede okuyan genç kadınların eğitimlerini bırakmaları. Bunun için de bir sürü çalışma içerisindeyiz. Antakya’da çok güzel çalışmalar yaptık. Bir kadın yerleşkesi kurduk. Şimdi Türk, Bulgar, iş kadınlarıyla birlikte ilkokul ve ortaokul yapma çabasındayız. Gerçekten bir ülkenin ilerlemesi için toplumsal cinsiyet eşitliği bakış açısını yaygınlaştırmak için en önemli elimizdeki değer eğitim. Onun için biz de eğitime çok önem veren bir derneğiz” diye konuştu.
“YEMEK VEREMEDİKTEN SONRA DEVLETİN NE ANLAMI VAR?”
Son günlerde Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nde yemek ücretlerine gelen zamların öğrenciler tarafından protesto edilmesini değerlendiren Güler, şunları söyledi:
“Yemek ihtiyacı zihinsel olarak bedenimizin istediği bir şey. Protein ihtiyacı ise beynimizin aklımızın, fikrimizin çalışması için en gerekli besin maddesi. Bunları sağlayabilmek için gençler yemek yiyorlar. Ben de Orta Doğu Teknik Üniversitesi mezunuyum. Her öğlen biz yemekhaneye giderdik. Yemek fiyatlarımız da gayet iyiydi. Fakat bu son zamanlarda yemek fiyatları aşırı yükseldi. Gençler öğlen yemeğini atlayabiliyor. Sabahtan öğlene kadar derse giriyorlar. Belki sabah bir şeyler atıştırıp çıkıyorlar, bir simit alıyorlar ama öğlen yemeğini kesinlikle çok güzel besini almalılar ki öğleden sonraya devam edebilsinler. Bunu almadıkları sürece zaten eğitim ne kadar iyi olursa olsun alabilecekleri çok az şey var. Geçenlerde bir kadın ‘Öğlen çocuklarıma makarna pişirdim. Akşama da patates yapacağım’ diyor. Bu çocuklar gerekli proteini nasıl alacaklar? Aslında birtakım kişilerin ‘Biz çok eğitimli toplum istemiyoruz’ diye söylediği yere doğru evriliyoruz. Belki bunlar da bu sistemin bir parçası olarak gündeme geliyor. Biz tabii ki bu öğrencilerin her zaman yanındayız. Burs vermemizin nedenlerinden birisi de o. Belki çok yüksek rakamlar değil ama okullarında bir öğlen yemeği yiyebilsinler. Akşamları yurtlarına gittiklerinde bir akşam yemeği yiyip huzurla uyuyabilsinler, derslerini çalışabilsinler. Bunları yapamadıktan sonra bir devlet gücünün ne anlamı var? Bir öğlen yemeği huzurla bir akşam yemeği veremedikten sonra ne anlamı var? Ben kutluyorum İzmirli olarak Dokuz Eylül Üniversitesi ve Ege Üniversitesi’nin gençlerini. Umuyorum buna devlet el atacaktır ve ilkokuldan başlayarak tüm eğitim sistemi içerisinde bu işini yemek işini bir şekilde bir düzene sokacaklardır diye düşünüyorum. Bunun üzerindeyiz, bütün sendikalar da bunlarla ilgili çok çalışma yapıyor. Umuyorum düzelecektir”