Yüksek Seçim Kurulu 2024 yerel seçimlerine dair seçim takvimini açıkladı bile. Henüz 2023 seçimlerinin sonuçlarını anlayıp yorumlama aşamasını tam manada geçemeyen Türkiye, altı ay sonra yine sandığa gidiyor. Biliyoruz ki başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere kimse için önümüzdeki belediye seçimleri “sadece belediye seçimi” değil. Tam da bu yüzden CHP ile beş senedir yürüttüğü seçim ittifakını askıya aldığını ilan eden ya da şu an için ilan etmiş gibi yapan İYİ Parti’nin hamleleri muhalefet açısından kritik önemde.
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yerel seçimlere yönelik olası pazarlıkları partisinin Kalkınma Politikaları’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ümit Özlale‘yi İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan adayı olarak açıklayarak açtı. CHP’nin kalesi olarak görülen İzmir için yapılan bu hamle için Meral Hanım’a baskı yaptığını saklamayan Ümit Özlale, Türkiye siyasetinin yeni yüzlerinden biri. 2020 Eylül ayında İYİ Parti Olağan Kurultayı’nda Genel İdare Kurulu üyesi olarak seçildi ve Kalkınma Politikaları Başkanı olarak göreve başladı. Dört ay önceki seçimlerde İzmir’den milletvekili seçildi, partideki diğer görevlerine de halen devam ediyor. Kalkınma ekonomisti olan Prof. Dr. Özlale, 2003- 2011 yılları arasında Merkez Bankası’nda akademik danışman olarak görev yapmıştı. Teknokrat kimliğiyle övünüyor, tam da bu yanıyla yerel yönetimler için alışıldık siyasetçi profilinden daha uygun bir yönetici adayı olduğunu savunuyor. İddiasını ve hırsını dekoratif cümleler arkasına gizlemeden, belki de geleneksel ekolden gelen siyasetçilere fütursuz gelebilecek bir açıklıkla ortaya koyuyor.
Genel Başkanı Meral Akşener’in Özlale’nin İzmir iddiasını boşa düşürüp düşürmeyeceğini önümüzdeki aylarda izleyeceğiz. Bugün için daha mühim bulduğum ise Özlale’nin 2- 6 Mart krizini parti olarak iyi yönetemediklerini tam bu sözlerle olmasa da itiraf etmesi oldu. “İyi yönetemedik” yerine “İletişimini iyi yapamadık” ifadesini kullandı ama ne şekilde ifade edilirse edilsin o sürecin partisini ciddi oy kaybına uğrattığını teslim etti. Kaybettikleri oyların ağırlıkla Millet İttifakı içinde dağıldığını savundu. Ancak Sinan Oğan‘a kayan seçmenin analizini yaparken bir kısmının İYİ Parti’den gittiğini düşündüğünü de itiraf etmiş oldu.
“Sıkışmış Ankara siyasetinden kaçıp yönetim kabiliyetimi göstermek istiyorum”
– İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na talip olmak için temel motivasyonunuz nedir?
Milletvekilliğimden, partideki Genel Başkan Yardımcılığı’mdan, Divan üyeliğimden… Tüm bunlardan vazgeçmeye hazır olacak kadar İzmir’i seviyorum ve İzmir’i yönetmeyi adayım. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı bana yerelde hayalini kurduğum projeleri hayata geçirme fırsatı verecek. Elbette, başka bir sebep daha var. 2023 seçimlerinde sonra milletvekili yemini ettim ve hemen ardından sokağa çıktım. Sokak sokak, mahalle mahalle gezdim İzmir’i. Hem Ankara’dan gelen kaynakların kısıtlı olması nedeniyle hem de iyi bir belediyecilik yapılmamasından dolayı çok ciddi problemler olduğunu gördüm. Bu ikinci sebep çok daha ağır basıyordu. Bu yüzden de bildiğim, gerekli liyakata sahip olduğum bir alanda aday olmak istedim. Bu “bildiğim ve liyakate sahip olduğum alan” meselesi önemli. Ben zaten 20 sene boyunca kalkınma ekonomisi çalışırken, iktisat çalışırken, kentsel kalkınma konularına kafa yorarken, kaynakların nasıl daha iyi kullanılabileceği konusunda kafa yorarken oldukça önemli bir deneyime ve donanıma sahip oldum. İşte şimdi onu tam kullanma zamanı diye düşünüyorum. 28 Mayıs’tan sonra oluşan tablo, bize yerel siyasetin her zamankinden daha önemli olabileceği konusunda çok önemli ipuçları verdi. Mecliste oluşan tabloya bakınca önümüzdeki dönemde yerel siyasetin çok daha ön plana çıkacağını görüyorum.
– Yerel siyaset mutlaka önemli ve daha da önemli olmalı ancak bu yanıtınızı çevirip şöyle okumak da mümkün. 2023 seçimlerinden sonra ulusal siyaset arenası kilitlendi. Siyasette nispeten yeni ve iddialı olan sizin gibi politikacıların parlaması için meclis aritmetiği çok da uygun değil. Dolayısıyla da kariyerinize daha göz önünde olacağınız bir yarışta devam etmek istediniz. Yani kendinize yeni bir alan açma stratejisi olarak da görülebilir, yanlış mı düşünüyorum?
Tabii ki görülebilir. Bu tür bir pozisyona aday olmak yürütme kabiliyetimi göstermek açısından benim için çok önemli bir fırsat. Sadece benim için değil partim için de. Şu anda İYİ Parti’nin elinde hiçbir büyükşehir belediyesi yok. Biraz önce söylediğim donanımlar sayesinde bir büyükşehir yönetebilecek kabiliyette olduğumu düşünüyorum. Önümüzdeki dönemde sıkışmış Ankara siyasetinden biraz kaçıp yönetim kabiliyetimi göstermek istiyorum.
– Çok anlaşılabilir bir kişisel hedef, hatta parti açısından bakıldığında büyükşehir belediyesi istemek anlaşılabilir bir siyasi yönelim. Ancak işin bir de ittifak boyutu var. İYİ Parti olarak 2023 Mayıs seçimlerinden sonra Millet İttifakı’ndaki pozisyonunuzla ilgili ciddi bir strateji değişikliğine gittiniz. “81 ilde aday çıkaracağız” demek aslında ittifakın askıya alınması demek. Öte yandan bakıyoruz hem Meral Hanım hem de partinizin diğer başka isimleri ittifak pazarlığına açık kapı bırakan laflar ediyorlar. Şuradan başlayalım – ve bu soruyu genel başkan yardımcısı şapkanıza referansla soruyorum- İstanbul ve Ankara büyükşehir beledileri için de aday gösterecek misiniz?
Ankara ve İstanbul’da da aynı İzmir’deki gibi adayımız açıklanacak. Bu konuda çalışmalar sürüyor. Benim İzmir adaylığımın önce açıklanmasının Tunç Bey’in dediği gibi Ankara ve İstanbul için bir müzakerelerde bir koz olduğunu düşünmüyorum. Öyle bir şey yok.
– Burada biraz duralım lütfen. Genel Başkanınız Meral Akşener belki şu an pazarlık yapmayacakmış gibi duruyor ama sonra müzakere noktasına neden gelmesin?
Yok.
“İzmir’in önce açıklanmasının sebebi benim; Meral Hanım’a baskı yaptım”
– Ama bugüne kadar çok pazarlık yaptı ve “asla dönmem“ dediği bazı kararlardan döndü. Sanırım en büyüğünü, mart ayında masadan kalkma şeklini ve sonrasında masaya dönüşünü hatırlatmaya dahi gerek yok.
Bakın İzmir’in önce açıklanmasının sebebi biraz da benim. Ben baskı yaptım Meral Hanım’a. Cumhuriyet Halk Partisi hala kendi adayını açıklamadı. AK Parti de açıklamadı. Bizim maddi kaynaklarımız iki partiye oranla da kısıtlı. Şunu da biliyoruz AK Parti kamu kaynaklarını kullanıp bol bütçeli bir seçim ekonomisi izleyecek. Kaynaklarımız kısıtlı olduğu için İYİ Parti için tek kazanma yöntemi önceden sahaya inerek adaylarımızı halka iyi tanıtmak.
– Bu sözleriniz İYİ Parti’nin neden adaylarını diğer partilerden önce açıklamaya başladığına yanıt ama benim sorumun yanıtı değil. Meral Hanım’ın sizin İzmir adaylığınızın ve üç büyükşehirde de kendi adaylarınızı çıkarma kararının arkasında duracağından emin misiniz? Sorum buydu.
Evet, ben arkasında duracağını düşünüyorum. Bu kararın parti açısından ne kadar bağlayıcı olduğunu vurgulamak ve seçmenimize de güvence açısından eğer böyle bir durum olursa – yani iş birliğine gidilip benim adaylığım geri çekilirse- ben partimdeki görevlerimden geri çekilirim. Bunu geçen bir canlı yayında açıkladım. Şimdi burada yeniden söylüyorum.
“Şu ana kadar İYİ Parti üst kurullarında alınan hiçbir karar geri çekilmedi”
– İzmir adaylığınız geri çekilirse İYİ Parti’den istifa edeceksiniz. Bunu söylemenizin ardından Meral Hanım’dan size bir geri dönüş oldu mu; müspet ya da menfi?
Sadece şunu konuştuk; şu ana kadar iyi parti üst kurullarında alınan hiçbir karar geri çekilmedi.
“İzmir müzakere konusu edilirse partideki tüm görevlerimden ayrılırım”
– Belki parti üst kurulu kararı değildi ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı konusundaki partiniz içindeki genel teamül olumsuzdu, ki bu durum hem Meral Akşener tarafından hem de partinizin diğer yetkilileri tarafından çeşitli vesilelerle detaylandırıldı. Şunu sormaya çalışıyorum; genel teamül ya da parti kararı…sonuçta Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığını onaylama noktasına gelen Meral Akşener talepleri karşılık görürse İstanbul, İzmir ve Ankara’da CHP’nin adaylarını destekleme noktasına neden gelemesin ki?
Kararlılığımı ve kararlılığımızı netleştirmek ve o bakımdan kamuoyunda tekrar bir soru işareti oluşturmamak için dedim ki; “Bu adaylık çok ciddi ve eğer önümüzdeki dönemlerde İzmir bir müzakere konusu edilirse ve benim adaylıktan çekilmem istenirse o zaman ben de bütün görevlerimden ayrılırım.”
“Bugüne kadar AK Parti ile masaya oturmayan tek partiyiz, oturmayız”
– Bir yandan üç kilit önemdeki büyükşehirde İYİ Parti’nin kendi adayıyla seçime girmesinden yanasınız, bir yandan da “farklı ittifaklar” olabilir diyorsunuz. Böyle bir açıklamanız da olmuştu. “Farklı ittifak” ile kastettiğiniz nedir?
O açıklamayı parti olarak her ilde kendi adaylarımızla çıkaracağımızı resmi olarak ilan ettiğimiz toplantıdan önce yapmıştım. Parti kimliğini, parti tabanını güçlendirmek için her yerde kendi adaylarımızı çıkartırız ama son kertede partinin kurucu değerlerine ve cumhuriyetin kurucu değerlerine aykırı olmayan iş birliklerine de gidilebilir.
– O zaman da tabii şu soru geliyor akla; AKP ile yani Cumhur İttifakı ile iş birliği denklem dışı mı değil mi?
Şu ana kadar AK Parti ile masaya oturmayan tek partiyiz. 2015’te hatırlayın Davutoğlu AK Parti Genel Başkanı iken CHP istikşafi görüşmeler yaptı. HDP zaten ondan önceki süreçte AK Parti ile masadaydı. DEVA ve Gelecek zaten AK Parti içinden çıktı. Dolayısıyla da bir iş birliği için kapı aralansa bile bu iş birliği Cumhur İttifakı’yla olmaz. AK Parti ile masaya oturmadık, oturmayız.
– Benim baktığım yerden Cumhur İttifakı ile iş birliği yapmayacak olmanızın önündeki en büyük engel sanki AK Parti değil de MHP gibi görünüyor. Bir de şimdi tabii Sinan Oğan faktörü eklendi.
Ben MHP ile de herhangi bir şekilde işbirliğine ya da ittifaka gitmeyeceğimize eminim.
“AK Parti’nin Türkiye’yi getirdiği noktayı bir Türk milliyetçisinin kabul etmesi mümkün değil”
– Mayıs seçimlerinden sonra şöyle bir tablo ortaya çıktı; aslında çok dağınık bir milliyetçi seçmen tabanı var. Milliyetçi seçmen farklı partilere dağılmış durumda ama kaba bir matematikle üst üste topladığımızda yüzde 23’u bulan bir milliyetçi seçmen sosyolojisiden bahsedebiliriz. Siz şimdi MHP ile iş birliğini kategorik reddediyorsunuz ama milliyetçi seçmen 2023 seçimlerinden sonra daha kuvvetli biçimde “neden güçlerini birleştiremiyorlar” diye sormuyor mudur? Bu meşru bir soru değil midir? Tabii bunu partinizin kurucularından Ümit Özdağ’ın kavga gürültü partiden ayrıldığının bilinciyle soruyorum.
Ben yakın bir zamanda böyle bir birleşmenin olmayacağını düşünenlerdenim, hatta uzun ya da orta dönemde de.
– Bunun sebebi lider konumundaki kişilerin kişisel husumetleri mi?
Kişisel husumetler değil. AK Parti’nin uyguladığı ekonomi, kalkınma ve sınır politikaları bizim milliyetçi demokrat ve kalkınmacı anlayışımıza taban tabana zıt. Bugün Türkiye’deki en büyük tehlikelerden bir tanesini düzensiz göç olduğunu biliyoruz. Çok ciddi bir demografik tehlike var. Bu aynı zamanda beraberinde bir milli güvenlik problemini de getiriyor, sınır güvenliği problemini de getiriyor. Sokakta kime sorsanız ilk üçe bunu koyar. AK Parti bu düzensiz göçü hararet hem yurt içinde hem yurt dışında savunuyor. Ve bu politikasına en büyük desteği. Milliyetçi Hareket Partisi’nden görüyor. Dolayısıyla bizim
Milliyetçi Hareket Partisi ile Türkiye’nin en temel sorunlarına bakış ve onların çözümü üzerinden çok temel ayrılıklarımız var. AK Parti’nin bugün Türkiye’ye getirdiği noktayı bir Türk milliyetçisinin kabul etmesi bana göre mümkün değil.
– Bir Türk milliyetçisi olarak Devlet Bahçeli neden kabul ediyor sizce?
O Milliyetçi Hareket Partisi’nin cevaplaması gereken bir soru.
“Merkez partisi olduğumuzu düşünmüyorum”
– Milliyetçi seçmen açısından laiklik meselesinin de bir ayrışma konusu olduğu ve olmaya devam edeceği görülüyor. MHP’nin neredeyse devletin resmi görüşüne dönüşen milliyetçilik versiyonunun içindeki İslamcılık dozu belki de tarihin en üst seviyesine ulaşmış durumda. İYİ Parti zaman zaman yalpalamakla birlikte daha ziyade seküler bir milliyetçi çizgi üzerinden yürüyor, belki de “merkez parti” olma kaygısıyla. Hazır söz buraya gelmişken onu da sorayım; merkez parti iddianıza ne oldu?
Merkez partisi olduğumuzu düşünmüyorum. Ama bence böyle bir hedefimiz var. Merkez parti olmak çok zor bir şey. Türkiye’nin her büyük sorununa hızlı ve maddi bir çözüm üretmeniz gerekiyor. Gelen her sorunun karşısında paralize olmamanız gerekiyor. Dünyayı takip etmeniz gerekiyor. Çok çevik bir parti olmanız gerekiyor. Ben Türkiye’de şu anda bir merkez partisi olduğunu düşünmüyorum.
– Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhuriyet Halk Partisi merkez partiler değil mi sizce?
Merkez partiden kastettiğiniz eğer merkez sağ ise AK Parti’yi böyle başlamışsa bile uzaklaştı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin de şu anda merkezde önemli bir yer doldurduğunu düşünmüyorum.
“AK Parti’den boşalan alanı doldurmaya namzetiz”
– Adalet ve Kalkınma Partisi’nin merkez sağdan uzaklaştığını söylediğinize göre başka bir yere koyuyorsunuz. AKP’yi şu an politik skalada nereye koyarsınız?
Adalet ve Kalkınma Partisi giderek o başta doldurduğu alandan çıkıp bütün uyguladığı politikalarda dini unsurları çok daha fazla ön plana çıkartan bir parti oldu. İlk başlarda böyle değildi. Şimdi önümüzde mesela anayasa değişikliği var. Anayasa değişikliğinde ben olumsuz anlamda çıtayı biraz daha yükselteceklerini düşünüyorum. AK Parti’nin o boşalttığı yer Türk siyasetinde henüz dolmuş değil. İYİ Parti burayı doldurabilir. Orayı doldurmuş değiliz ama doldurmaya namzet bir partiyiz. Buna çalışıyoruz.
– Henüz merkez partisi değilse İYİ Parti, nedir?
Merkez sağa doğru ilerlemeye çalışan 6 yaşında genç bir parti.
– Sizin sözlerinizle “6 yaşındaki bu gencin” en belirgin karakter özelliği nedir?
Milliyetçili demokrat olmasıdır. Onun yanına özel sektör odaklı bir büyüme koyabilen, düzensiz göç gibi, iklim krizi gibi konularda çok ciddi tavırlar alabilecek bir parti. Dünyayı takip eden ve değişen dünya şartlarına göre kendi konumunu eğitim politikasında, adalet politikasında, uluslararası politikalarda belirleyebilen bir parti olmamız için biraz daha zamana ihtiyacımız var.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin AK Parti’nin bu İslamcı diyebileceğim politikalarına destek vermesi, bizim ile Milliyetçi Hareket Partisi arasındaki en önemli farklılıklardan bir tanesidir. Biraz önceki sorunuza döneyim yeniden. Türkiye’deki milliyetçiler birleşebilir mi? Bunun olabilmesi için o milliyetçilerin hepsinin cumhuriyetin kurucu değerlerine olan bağlılıklarından emin olmamız lazım.
“Muhafazakâr biri değilim, sosyal demokratım”
– Partinizin en belirgin karakter özelliğini sorduğumda “milliyetçi demokrat” dediniz. Seçim öncesinde kendinizden “sosyal demokrat” diye bahsettiğiniz programlarda izledim sizi.
Kesinlikle öyle.
– O zaman kendinize “milliyetçi demokrat” bir parti içinde nasıl bir siyasi kariyer öngörüyorsunuz? Milliyetçiliğin içinde kuvvetli muhafazakâr bir yan da yok mu?
Beni tanımlayacak bir şey bulmaya çalışsanız; en son şey muhafazakarlık olur. Muhafazakâr biri değilim.
“İdris Küçükömer’in dediği gibi ‘Türkiye’de sol sağdır, sağ da sol'”
– Meral Hanım mesela sekülerlik vurguları olmakla birlikte devamlı muhafazakâr aile yapısına ya da namazına vurgu yapan bir siyasetçi. İYİ Parti nüvesinde MHP’nin politik muhafazakarlığını taşıyan bir siyasetçi grubu olduğunu da biliyoruz. Parti içinde hiç çatışma yaşıyor musunuz?
Benim muhafazakâr olmayan kimliğim, sosyal demokrat kimliğim şu ana kadar partide biri rahatsızlık yaratmadı. Partinin belki de en kritik makamlarından birisiyle görevlendirildim. İki dönemdir, partiye katıldığımdan beri kalkınma politikalarından sorumlu genel başkan yardımcılığı görevini yürütüyorum. Seçim sürecinde İttifak içinde Ortak Politikalar Mutabakat Metni’ni yazan parti temsilcisi olarak görev yaptım. Hükümet programını da ve seçim beyannamesini hazırlayan ekipteydim. Partiyle ilgili kritik konularda demeç veren bir kişiyim. Ve tüm bunları yaparken bugüne kadar partiyle bir çatışmam hiç olmadı.
Sosyal demokratlığıma gelirsek… Benim bakışıma göre; bir bireyin dünyaya geldiği andan itibaren üniversiteyi bitirene kadar hayatın her aşamasında sosyal devleti yanında hissetmesi gerekiyor. Bu, benim hayata bakış açımdır. O fırsat eşitliğini devletin bireylere, yüksek öğrenim tamamlanana kadar her zaman hissettirmesi gerekiyor. Daha sonrasında da bireyler kendi kabiliyetleri ve kendi çalışkanlıkları çerçevesinde elbette hayatta başka yerlere gelebilirler.
Dünyada iyi çalışan sosyal demokrasilere baktığımız zaman da devamlı istihdamın da yatırımın da özel sektör marifetiyle yapıldığını biliyorsunuz. Devlet orada denetleyici ve düzenleyici roldedir. Dolayısıyla ben burada Türkiye’nin yatırım ve istihdam alanlarındaki problemlerinin özel sektör marifetiyle çözülmesi gerektiğine inanırım. Devlet, orta ve uzun dönemde sürdürülebilir bir kalkınmayı sağlamak için o özel sektörün yatırımlarının doğru yönde olup olmadığını denetleyici ve düzenleyici pozisyonda olmalıdır. Benim sosyal demokrasi anlayışım bu. Devletçi bir anlayışım yoktur.
En sevdiğim sözlerden bir tanesi şudur çok değerli bir bilim insanı İdris Küçükömer‘indir; “Türkiye’de sol sağ, sağ da soldur.” Sahaya indiğinizde bunu görebiliyorsunuz. Varoşlara gittiğimizde, dar gelirli mahallelere gittiğimizde, dezavantajlı gruplarla konuştuğumuzda bu ünlü bilim insanın zamanında yaptığı tespitin ne kadar da doğru olduğunu görüyoruz.
“İYİ Parti’nin İzmir’de aldığından yüksek oy alırım”
– İzmir’e dönelim…CHP’nin mevcut İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer geçen hafta sizin için “kazanma ihtimali çok zayıf olan bir aday” ifadesini kullandı. Bu açıklama bana seçim sürecinde başta Meral Akşener olmak üzere partinizden gelen açıklamaları hatırlattı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun anketlerdeki yerini tartışmaya açan “kazanacak aday” terminolojisini partiniz ortaya attı. Şimdi aslında Tunç Soyer de benzer bir terminolojiye sarılmıyor mu sizin adaylığınızı eleştirirken? Bir anlamda yeni bir “kazanacak aday” terminolojisinin muhatabı olmak sizi rahatsız etmiyor mu?
Yok. Birincisi şunu söyleyeyim; bu Kemal Bey’in anketlerdeki yeriyle ilgili argüman sadece bizim öne sürdüğümüz bir argüman değil ki. Geçenlerde o zamanki Genel Başkan Yardımcısı Onursal Bey de benzer bir açıklamada bulundu. Anlıyoruz ki CHP’nin içerisinde de bu konuda tartışma varmış. İlk önce bunu bir not etmek gerekiyor. İzmir tarafına baktığımız zaman da şunu görüyorum; eğer biz Cumhuriyet Halk Partisi’yle bir ittifaka gidecek olsaydık o zaman bir anket yaptırırdık, “Tunç Soyer mi Ümit Özlale mi daha iyi bir aday?” diye sorardık. Böyle bir anket yaptırmış olsaydık eminim ki Tunç Bey’i geçerdim.
– Nasıl bu kadar iddialı konuşabiliyorsunuz? Kendinize güvenmeniz ayrı konu da bir de seçim sonuçlarına bakmak lazım. 2023 seçimlerinde İYİ Parti’nin İzmir’deki oyu yüzde 11.
Basit bir şey söylüyorum, Tunç Bey’den daha iyi bir belediye başkanı olacağım.
– Yok, onu anladım. Birey olarak İzmir’deki oyunuzun partinizin oyundan çok daha yüksek olduğunu düşünüyorsunuz. O zaman tine hatırlatayım; İYİ Parti’nin oyu yüzde 11, CHP’ninki yaklaşık yüzde 41.
Yerel seçimlerde insanlar partilerin gösterdikleri belediye başkan adaylarının profillerine bakıyorlar. Genel seçimlerde parti kimliği biraz daha ön plana çıkar ama bu sefer İzmir’i yönetecek olan kişiyi seçecekler. Ve ben evet, İYİ Parti’nin son seçimlerde aldığı oydan çok daha yüksek bir oy alacağımı düşünüyorum.
“Tunç Soyer iyi belediyecilik yapsaydı sahada bu kadar şikâyet almazdık”
– O zaman bir de yerel seçim rakamı vereyim. 2019’da Tunç Soyer İzmir’de yüzde 58 ile seçilmişti. İttifakta sizin de oyunuz vardı. Onu düşün ama yine de arada hala büyük bir fark kalır. Salt rakamlar üzerinden ve hayatın sıra dışı akmadığı senaryoda “Ne olursa olsun CHP İzmir’de belediye başkanı çıkartır” denebilir ki sanırım Tunç Soyer de özünde bunu diyor.
Birincisi, bu verdiğiniz rakamlar beş sene önceden. Beş sene içerisinde İzmir Büyükşehir Belediyesi ve ilçe belediyelerin çok önemli bir kısmının yaptığı hizmetlerden çok büyük bir memnuniyetsizlik var. Benim aday olmamın en temel sebeplerinden bir tanesi sahada dolaştığım zaman insanlardan duyduğum şikayetler. Ben bunları anlatıyorum ama karşılığında Tunç Bey’in bazı açıklamalarında rencide edici ifadeler var. Mesela “kendisinin düştüğü duruma üzülüyorum” demiş. Bence bunlara gerek yok. Eğer Cumhuriyet Halk Partisi beş senede gerçekten iyi bir belediyecilik örneği gösterseydi, biz sahaya indiğimiz zaman belediye hizmetlerinden bu kadar fazla şikâyet almasaydık, o zaman ben de belediye başkan adayı olarak karşınıza çıkmazdım. Milletvekili olarak devam ederdim. Ben diyorum ki; ben Tunç Bey’den daha iyi bir adayım. Ayrıca sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nden değil, AK Parti’den ve Milliyetçi Hareket Partisi’nden de oy alacağımı düşünüyorum.
– “Muhafazakâr değilim” diyen bir siyasetçi olarak, “sosyal demokratım” diyen bir aday olarak kimlik siyasetinin bu kadar keskinleştiği bir dönemde AKP’den ve MHP’den hangi yöntemlerle oy alacaksınız?
Benim özgeçmişim, kişiliğim ve İzmir’le ilgili projelerim AK Parti seçmeninin de bir kısmına mutlaka cazip gelecektir. Genel seçimlerde ve sonrasında yaptığımız saha ziyaretlerinde ben sahilde çok dolaşmadım, Alsancak’ta ya da Karşıyaka’da çok fazla dolaşmadım. En çok AK Parti’nin güçlü olduğu mahallelere gittim. Oralarda da çok büyük bir ilgiyle karşılandım. Yerel seçimlerin dinamikleri bence genel seçimlerden biraz daha farklı. Yerel seçimlerde insanlar parti kadar kendisine dokunan ve kendisini ikna eden bir belediye başkan adayına oy veriyorlar. “Ya bu iyi bir aday, İzmir’i de iyi yönetir” diyen bir AK Parti seçmeninin “ama muhafazakâr değil” diye bana oy vermekten vazgeçeceğini düşünmüyorum.
“Türkiye’deki en iyi 100 siyasetçiden biri değilim”
– Tunç Soyer’in size yönelik yorumlarından biri daha dikkatimi çekti; “Çok önemli üniversitelerde öğretim üyeliği yapmış. İyi bir akademisyen fakat belediye başkanı adaylığı için zayıf bir aday.” Yani aslında size “siyaset sana göre değil, akademide kal” diyor.
Hep şunu söylerler; siyasette mutlaka insan kaynağının iyileşmesi lazım. Al işte geldik! Ben hiçbir zaman “iyi bir siyasetçiyim” ya da “iyi bir siyasetçi kumaşına sahibim” demedim ama çok iyi bir teknokrat kimliğim var. Akademisyen olmamın yanı sıra Dünya Bankası dahil bir sürü uluslararası kuruluşa danışmanlık yapmış birisiyim. Kaldı ki akademik olarak da bu alanı çalışıyorum ve geldim. Bu alanda da ülkeme katkı vermeye çalışıyorum. Bu sefer de diyorlar ki; “Siyasette de mutlaka böyle bir insanlara ihtiyaç var ama sen siyasetçi değilsin.” Evet, değilim. Doğru, ben teknokrat kimliğimle daha çok katkı yapıyorum. Ama bu alandan bir belediye başkanı adayı çıktığında sevinç duyulması lazım çünkü belediye başkanlığı bir hizmet makamı, bir icra makamı. Ben de o yapılması gereken hizmetin teorisini çalışmış bir insan olarak “işte buradayım” diyorum.
Evet ben Türkiye’nin en iyi 100 siyasetçisinden biri değilimdir. Öyle bir iddiam da yok zaten. Siyasete girerken de “çok iyi bir siyasetçi olacağım” diye girmedim. Türkiye ile ilgili projeleri hayata geçirmek için girdim. Bir yandan “siyasetin çok daha donanımlı insanlara ihtiyacı var” diyorlar, bir yandan da donanımlı insan gelince “sen siyasetçi değilsin” diyorlar.
“Ben ve Bilge Yılmaz, partide kiracı gibi hissetmiyoruz”
– Bir de tabii Türkiye siyasetinde yurtdışında okumuş, yaşamış, çalışmış insanlara yabancı istihbarat servisi dokundurması yapılması çok vardır. Başınıza geliyor mu?
Bizim partide benimle birlikte Bilge Yılmaz var. Bilge Yılmaz, hepimizin gurur duyması gereken bir isim. Dünyanın en iyi okullarından bir tanesinde kürsü sahibi. Benim de çok yakın arkadaşım. Çok benzer dünya görüşlerine sahibiz.
Dünyanın her tarafında ders verebilecek durumda olmamız, dünyayı takip ediyor olmamız, yurt dışındaki uluslararası kuruluşlar tarafından makalelerine ya da yaptıklarında referans verilen kişiler olmamız bir yerden sonra işte o aşırı komplocu çevre tarafından da eleştiri konusu haline getiriliyor. Sayın Akşener’in benim belediye başkanlığı için adaylığımı açıkladığı röportajdan iki saat sonra deli saçması bir makale çıktı. Gerçekten deli saçması ve o makalenin iki saatte hazırlanabilmesi mümkün değil. Benim bu durumlara yönelik çözümüm kafaya takmamak.
– Geçenlerde siyaseti yakın takip eden ve bir şekliyle siyasetin içinde bir iş yapan birisi sohbetimiz sırasında sizi ve Bilge Yılmaz’ı örnek göstererek İYİ Parti içindeki konumunuzla ilgili “Onlar biraz kiracı gibi duruyor. Ev sahipleriyle aralarında doku uyuşmazlığı var gibi duruyor” dedi. Kendinizi kiracı gibi hissediyor musunuz ya da şöyle sorayım; kendinizi İYİ Parti’de misafir gibi hissettiğiniz zamanlar oluyor mu?
Seçimlerden sonra 24 Haziran’da yapılan olağan genel kurulumuzda Bilge de ben de en yüksek oyu alan Genel İdare Kurulu (GİK) üyeleri arasında olduk. Saha ziyaretine gittiğimiz zaman ya da teşkilat buluşmalarında bize karşı çok büyük bir ilgi, çok büyük bir sevgi var. O bakımdan, ben partinin bizi her açıdan sahiplendiğini görüyorum. İYİ Parti’de en fazla tanınan beş kişinin ismi sorulduğunda Bilge’nin ya da benim ismim mutlaka çıkıyor. Bütün bunlar da bizi kiracı yapmıyor. Bir de tabii sadece benim ve Bilge’nin üzerinden gitmemek gerek. Partimiz içinde bizim gibi çözüm odaklı çok isim var. Hiçbirimiz de kiracı gibi hissetmiyoruz.
“O riski alan Tunç bey, AK Parti karşıtlığı üzerinden siyaset yapma kolaycılığına gidenler”
– Pekâlâ, İzmir seçimlerine tekrar geri dönelim. Meral Hanım ve İYİ Parti Genel Merkezi karar değiştirmedi ve siz İYİ Parti İzmir Büyükşehir Belediye Başkan adayı olarak seçime girdiniz diyelim. CHP de Tunç Soyer’i yeniden aday gösterdi ve üzerine de HDP kendi adayını gösterdi. 2019’da İzmir’de yüzde 38,6 alan AKP’nin kazanma ihtimali geçen seçime göre oldukça artar. “22 senedir düşmeyen kale” diye de anılan İzmir’i muhalefete kaybettiren siyasetçi olarak tarihe geçme riskini alıyorsunuz yani.
Bence Tunç Bey o riski alıyor. Son dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nin İzmir’deki belediyecilik hizmetlerinin kalitesine baktığınız zaman şunu görüyorsunuz; tamamıyla AK Parti karşılığı üzerinden bir siyaset üretme kolaylığını gidilmiş. Birçok insanın memnuniyetten değil mecburiyetten oy vermesine neden olan bir anlayış var karşımızda. Asıl riski yaratan da bu anlayışın ta kendisi; AK Parti karşıtlığı üzerinden siyaset üretiliyor olması. Ben 100 yıllık koca bir çınar olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne saygı duyuyorum.
Benim orada eleştirdiğim o koca çınarın gölgesinde tembellik yapanlar. O koca çınarın gölgesinden yararlanıp, orada bir türlü İzmir halkının istediği belediyecilik hizmetini vermeyenler. AK Parti karşıtlığı üzerinden neredeyse hiçbir hizmet vermeden belediyecilik sürdürmeye çalışırsan o zaman bizzat riski sen teşkil etmiş olursun. Ben kendime çok güvenen bir adamım. Özgeçmişim iyi, bu işin akademik tarafına hakimim, danışmanlık tarafına hakimim. Gayet de dolu bir adayım ve ve bazıları bana diyor ki; “Evet, sen çok iyi bir adaysın. Bu adamdan da daha iyi yönetirsin ama aday olma.” Bunu CHP’li bazı arkadaşlarımdan da duyuyorum. Bu yaklaşım hem bana hem İzmir’e haksızlık. Ben bu yaklaşıma karşıyım.
“Seçim CHP’nin adayıyla benim aramda geçer, İzmir AK Parti’ye kalmaz”
– İşin şu boyutunu konuşmadan sizin adaylığınıza itiraz edenlerin itirazını doğru bir perspektife oturmamız zor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra 2024 yerel seçimlerini psikolojik bir eşik olarak gören bir 25 milyon seçmen var. Dolayısıyla da önümüzdeki yerel seçimler muhalefete oy veren 25 milyon için aslında sadece yerel seçim değil. Şu anda şahsınıza yönelen itirazların büyük kısmını böyle okumak lazım. Kemal Bey için “kazanacak aday” terminolojisini ortaya atan İYİ Parti, Millet İttifakı seçimi kaybettikten sonra dönüp “Biz söylemiştik” dedi. Mayıs seçimlerinin vebalini konuşabiliyorsanız, 2024 yerel seçimlerinin olası vebalini de şimdiden konuşmaya başlamak doğal değil mi?
Bu soru bana sokaktaki insanlar tarafından yöneltildiğinde o zaman ben de şunu soruyorum; “Peki ben ne yapayım?” Aradan AK Parti çıkacak diye çekiniyorlar. Böyle bakmak bence büyük haksızlık çünkü ben İzmir’deki seçimin Cumhuriyet Halk Partisi ve İYİ Parti arasında geçeceğini düşünüyorum. İkimiz de aday olursak ikimizden biri kazanır.
“İstanbul ve Ankara’da iş birliğine gidilir mi, onu zaman gösterecek”
– Hadi İzmir’de dediğiniz oldu ve CHP ile İYİ Parti’nin çekişmesinden kazançlı çıkan AKP olmadı. Ankara’da, hele de İstanbul’da CHP ve İYİ Parti’nin ayrı ayrı aday çıkardığı senaryoda AKP’nin seçimi almaması çok düşük olasılık – ki siz oralarda da İYİ Parti’nin kendi adayını çıkarmasında ısrarcısınız.
Ankara ve İstanbul için şu anda benim İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı adayı olarak konuşmam doğru değil.
– Ama hala “genel başkan yardımcısı” sıfatını da taşıyorsunuz. İstanbul ve Ankara’daki soruları o şapkanızla yanıtlamanızı rica ediyorum.
Genel Başkan Yardımcısı olarak şunu söyleyebilirim; oralarda da bizden aday koyacağız. CHP Ankara’da Mansur Bey’i açıkladı. Onun karşısına bir aday koyacağız. 28 Mayıs sonrasındaki tablo bize siyasetin iki ittifak arasına sıkışmış bu haliyle Türkiye’nin önümüzdeki dönem sorunlarına çözüm üretemeyeceğini gösterdi
– Araya girip şunu hatırlatmak zorundayım; siyaseti buraya tıkan 28 Mayıs seçiminin sonucundan ziyade Erdoğan’a göre biçilmiş başkanlık sisteminin dayattığı 50+1 değil mi? Kendi partinizin seçmenini konsolide etmek için yeni bir stratejiye gittiğinizi anlıyoruz. Ancak 50+1 varken Türkiye’deki siyasetin ana aksını yerel seçimler üzerinden değiştirebilir misiniz?
Biz İYİ Parti olarak Türkiye’nin artan sorunlarına çözüm üretmek için bir iddia ortaya koymak istiyoruz. Ve diyoruz ki; biz Türkiye’ye yönetecek iddiada bir partiysek eğer, o zaman bunu her yerde güçlü adaylar çıkartarak topluma hissettirmemiz lazım. Bunu derken İstanbul ya da Ankara’ya özel bir vurgu yapmıyorum. Günün sonunda bir iş birliği gelir mi? Bunu zaman gösterir. Fakat bizim şu aşamada mutlaka her ilde İYİ Parti’yi temsil edecek, İYİ Parti’nin Türkiye’nin her yerinin sorunlarına çözüm üretebilecek kabiliyette olduğunu gösterecek adaylarla çıkmamız gerekiyor.
– “Günün sonunda iş birliği olup olmayacağını zaman gösterir” derken de kapıyı aralık bırakıyorsunuz işte müzakereye. Diyelim ki CHP İzmir’de Tunç Soyer’i aday göstermekten vazgeçti, o durumda İYİ Parti İstanbul ve Ankara’da CHP’nin adaylarını destekleme kararı alır mı?
Ona Genel Merkez’de Divan karar verecek. Çünkü bu konuda Genel İdare Kurulu Divan’a bir yetki verdi, Divan bunu daha tartışmadı. Önümüzdeki dönemde adaylara ve daha sonrasında diğer partilerle yapılacak olan müzakerelere bakmak lazım. Ama benim şu an ki hissiyatım odur ki biz İzmir’de Cumhuriyet Halk Partisi adayı ile benim aramda bir seçime gideceğiz.
“Ben her ilde kendi adaylarımızla seçime gidilmesinde ısrarcıyım”
– Öyle olsa bile bu otomatikman İstanbul ve Ankara’da da CHP ve İYİ Parti’nin iki ayrı aday çıkartacağı anlamına gelmiyor değil mi?
Ben her iki ilde de farklı adaylarla gidilmesi, yani İYİ Parti’nin kendi adaylarıyla seçime girmesi konusunda ısrarcıyım. Ama dediğim gibi bu benim kişisel görüşüm. İYİ Parti’nin her ilde güçlü adaylarla seçmenin karşısına çıkması gerektiğini düşünüyorum. Sonrasında bu iş Divan’a gelirse benim de bir oyum olur. Ben de kendi kararımı o ölçüde Divan’da kullanırım. Oradan hangi karar çıkar onu tam bilemem ama benim şu aşamadaki hissiyatım bizim bütün illerde kendi adaylarımıza gideceğini şeklindedir.
“İstanbul İttifakı’nı sağlayıp sağlamama Ekrem Bey’in elinde”
– Ekrem İmamoğlu, tırnak içerisinde söylüyorum ilan edilmiş, aday değil. Ama sonuçta kendi iradesini ortaya koydu. İmamoğlu’nun partiniz açısından şöyle bir yanı yok mu? Kılıçdaroğlu yerine cumhurbaşkanlığı adaylığına uygun gördüğünüz iki isimden biriydi, şimdi İstanbul için uygun görmüyor musunuz?
Ekrem Bey, kendi konuşmasında belirttiği “İstanbul İttifakı”nı sağlamak için sadece bizimle değil, diğer partilerle de konuşma yapacaktır. O ittifakı sağlayıp sağlayamama ve günün sonunda da aday olup olmama şu anda Ekrem Bey’in elinde. Buradan Meral Akşener’in, 26 Ağustos’taki konuşmasına gidelim. Akşener orada “Partinin menfaatlerine ve ülkenin menfaatlerini uygun olduğu sürece ittifaklar değil ama işbirliklerine kapalı değiliz” dedi. Eğer Sayın İmamoğlu, İstanbul etrafında o ittifakı oluşturma niyetinde ise partilere gelecektir. Kendisi partilere geldiği zaman da bizler o durumu değerlendirebiliriz. Ama o zamana kadar mutlaka İYİ Parti kendi İstanbul adayını da aynı diğer partilerde olduğu gibi çıkartacaktır.
“2- 6 Mart arasında siyasi iletişimi iyi yapamadık”
– İYİ Parti’nin yetkili isimleri olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun yanlış aday olduğu ve seçimin bu yüzden kaybedildiği görüşünü dile getirmekte bir beis görmüyorsunuz. İttifak’ın CHP tarafında ise mesela Millet İttifakı’nın seçimi kaybetmesinde Meral Hanım’ın 2- 6 Mart arasındaki performansının çok etkili olduğunu düşünenler var. İttifak mimarisine dönük güvenin Meral Hanım’ın masadan kalkıp sonra dönmesiyle sarsılmamış olması mümkün mü? Rakamları kontrol ederek geldim buraya. Meral Hanım masadan kalkmadan önce kamuoyu araştırmalarına göre İYİ Parti’nin oyu yüzde 16 imiş.
Evet.
– Sadece İYİ Parti özelinde anketler ve seçim sonuçlarını kıyaslayarak okuma yaparsak Mart- Mayıs arasında partinizin kaybı beş, altı puan. 28 Mayıs’ta Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Kılıçdaroğlu arasındaki fark ise yaklaşık 4,5 puandı. Sorum şu; Meral Akşener’in masadan kalkıp sonra dönmesi Millet İttifakı’na seçimi kaybettiren en önemli faktörlerden biri midir, değil midir sizce?
2- 6 Mart arasında biz siyasi iletişimi iyi yapamadık. O siyasi iletişimi iyi yapamadığımız süreç bize oy kaybettirdi, bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
– İYİ Parti’nin iki ayda kaybettiği oyların sebebi bu mu sizce?
Ne kadarının olduğunu ölçemeyiz ama 2- 6 Mart arasındaki krizin İYİ Parti’ye oy kazandırdığını değil, oy kaybettirdiğini söyleyebiliriz.
“Kemal Bey’e seçim kaybettiren İYİ Parti’nin oy kaybı değil, bizden giden oylar millet ittifakı içinde dağıldı”
– Birincil sebep bu mudur peki?
İstediğimiz oyu alamamamızdaki sebepler arasında en azından ilk üç sıradakilerden biridir. Bence şurası önemli yalnız; neye itiraz ettik, sonra nasıl bir açıklama yaptık, sonra hangi şartlarda masaya geri oturduk ve seçimden hangi sonuç çıktı? Eğer biz bu sürecin iletişimini daha iyi bir şekilde yapsaydık oy kaybımız bu kadar fazla olmazdı. Ama Kemal Bey’e seçim kaybettiren şeyin İYİ Parti’nin oy kaybı olduğunu düşünmüyorum. Ben o oyların bir kısmının yine Millet İttifakı içerisinde dağıldığını düşünüyorum. Bence siyasi iletişim, sadece 2- 6 Mart arasında değil, Altılı Masa ilk kurulduğundan itibaren bize seçimi kaybettiren – bütün Milet İttifakı’na seçimi kaybettiren- en önemli faktördü. Bizler o süreci çok iyi yönetemedik. Sizin ilk sorumuza cevabım şudur; evet 2- 6 Mart’ı biz İYİ Parti’ye oy vermeyi düşünen seçmenlere iyi anlatamadığımız için bir oy kaybı yaşadık.
– Mart ile mayıs arasında yaşadığınız kaybın nihayetinde yine Millet İttifakı içinde dağıldığını düşündüğünüzü söylediniz. Bununla ilgili bir çalışma yaptırdınız mı ki?
Yok, yani en azından benim karşıma gelen bir çalışma yok. Ama şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim. İYİ Parti’ye gelmeyen oylar Cumhur İttifakı’na gitmedi.
“Sinan Oğan’a giden oyların bir kısmı HDP konusunda kendimiz ifade edemeyişimizden kaynaklandı”
– Sinan Oğan’a gitmiş olamaz mı? Nihayetinde o da ikinci turda Cumhur İttifakı’na katıldı. Hassasiyet noktaları ve söylemleri de İYİ Parti’ye çok yakın.
Ölçmek lazım. Sinan Oğan’a giden oyların ben şöyle olduğunu düşünüyorum. Cumhur İttifakı’na hiçbir şekilde ilgi göstermeyen, AK Parti’nin Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretemediğini gören, Milliyetçi Hareket Partisi’nin de AK Parti’yi koşulsuz desteklediğini gören fakat bizim cumhurbaşkanı adayımızı Halkların Demokratik Partisi’nin de desteklediğini görüp bize de mesafeli davranan milliyetçi seçmen, Sinan Oğan’a oy verdi. Bizim temel problemlerimizden bir tanesi orada İYİ Parti’nin HDP ile olan mesafesini izlenen o çok zehirli propaganda dilinden dolayı da anlatamaması oldu. Ben Sinan’a Oğan’a giden oyların bir kısmının bizim, o açıdan da kendimizi çok iyi ifade edemememizden, hatta ifade etmek zorunda bırakılmamızdan kaynaklandığını düşünüyorum.
Kaynak: T24